29 Kasım 2009 Pazar

Ama neden 4 ?


arkadaşlar... yokluklar sebebiyle geç kalmış bir bayram tebriğidir bu şey...
geçen hafta içinde telefonumu yeni evime bağlatma isteği üzerinden 20 gün geçti... telekomdan gelip sokağı bulamamalarının ardından cep telefonu ile irtibata geçip nihayet eve gittik. o gün veyahut, en geç ertesi gün telefon bağlanır derken
-sizin sokakta direk yok... Ahmet Abi direği şuraya mı dikek, yoksa buraya mı...
+ kabloyu evlerin duvarından taşıyalım, daha kolay
-sokağada hat çekeriz böylece de mi...,
şeklinde diyalog geçti... alt tarafı telefon bağlatmak için yeni direk dikmekten falan bahsedince insan şaşıyoryor elbet :)
bu arada belediye de başkan beni işe almak için; kurul kararı... formlar ve bakanlık onayı gibi süreçlerden bahsetti... bi adamı işe alırken iç işleri bakanlığını ile muhatap olmakta garip yani... 657 ye 4B gibi bişey olacakmışım... durup durup senin neyine 657 demiyorda değilim hani... ama okul bittiğindne beri ilk kez 20 gündür maaşsız olarak ortalıkta dolanıyorum...
kısaca söyliyim, sinir bozucu parasızlık
öyle yatmıyoz tabi. burdaki kaplıca oteli için çalışmalar başlatacağız inşallah... ilk işimde otel çevrsine ağaç diktirmek/dikmek oldu. :) hani derler ya bir dikili ağacın bile yok diye. hah işte benim buna geçmişi boş verirsek 40 tane gibi bir rakam eklendi.
valla yazacak öyle çok şey var ki anlatamam. herkes bir garip valla. ilk iş, gençlerle beraber takılma kararı aldık. burdaki ebeveyn gurubu çok tehlikeli :) insanın özünü, hayat enerjisini ve olumlu havayı emen bir yapıları var :)
''ne ki o... eski köye yeni adet getirme... olmaz... bilmem kimin kızı ne demiş... bilmem kimin oğlu neden kavga etmiş'' gibi dünya üzerinde pekte kayda değer yerler tutmayan şeyler konuşuyorlar genelde...
bu satırlarıda otelin bir yerlerinden yazıyorum (sanırım müdür odası)... şu yukardaki resim için, scan bile bulamadım. aslında var ama bir türlü kullanamadım. Photoshop var mı diyince ise bana güldüler... :)
acayip...
acayip...
herşeye rağmen bayram çok güzel geçiyor.
ve trafik yok...
ve horoz sesleri...
ve temiz hava...
ve yer yer otelin havuzuna girme lüksü :)...
herkese sevgiler...
NİCE BAYRAMLARA... :)

25 Kasım 2009 Çarşamba

Capcap...

Parasız Ahmet....
Capcap Abdullah...
Kirli Mahmut...
Ayrancı Süleyman...
Yarımyağlı Adil...

Çiftehan'daki isimlerden yanlızca birkaçı :)

Herşey iyi hoşta bir adamın lakabı nasıl 'capcap' olur ki
Burdaki millet bana uyduruk bir lakap bulmadan önce bir şeyler ayarlasam iyi olacak... :)

21 Kasım 2009 Cumartesi

29

Bir mezar taşı gördüm; 1933- 1962 yazıyordu üstünde...
'Aaa! ne kadarda yaşlıymış adam' dedim.
Oysa yaşlı olan sadece tarihti, adam değil!

20 Kasım 2009 Cuma

Hiç Kimse Hakkında Her Bişey/ Doğum Günü

Çoğunlukla sorunlar ve çözümleri çok farklı yerlerdedir... yinede bir rüzgar çıksa.... buluşur anahtar ile kilit.....bunlar doğal çözümlerdir ama bazen biraz yardım gerekir...
hadi ayağa kalkın.... balonlara tutunun... ne çözümleriniz çok ulaşılmaz yerdeler ne de problemleriniz...

**
Şu yukardaki yazı ve çizim altı ay önceye ait sanırım ve uzaktaki dostuma diye bitiyordu...
**
**
Bu yazının yayın tarihimden bir kaç gün sonra ki 25 kasım gayri resmi doğum günüdür blogumun :)
ama blogla nasıl tanıştım yazısı olsun istiyorum...çok değil tabi... bi sene olunca öyle ilkokuldan bahseder gibi olmaz yazı....
Olay şu arkadaşım... aslında iş yerinde, kendime ait bir nick düşünürken ki google ile munasebetimden ibarettir blogla tanışmam...
'yauvv! ne yazsamda böle aslında demek istediğimi en baştan belli etsem' gibi ... öyle deli modunda iç geçirirken... ilham ararken yani... google a yazdım bişiler...

'hiç kimse hiç bişey ' (buna benzer başka şeylerde olabilir)
ve hickimse-hakkinda-herbisey sitesi çıktı
'ahaa... bu şey... bu yazı... yok bu yazı değil... site... word ün bi yerinde geçiyo bu şey... yada PDF mi... ne bu yahu.... günlük bu şey... ama günlük yayınlanır mı hiç kilitli defterlerin icadına ters yahu..''...
şeklinde :) devam eden boş adam yaklaşımıyla başladı herşey ve devam etti... Bakmayın doğum günü falan dediğime...bu biraz da Çilek ten bahsetme yazısı.
E zira ... doğum günümde sadece onun yazılarını okumuştum, geçen sene :)

O zamanlar Van'da hizmete ve ya nasıl derler zorunlu hizmete başlıyordu Çilek.
-Hiçte sevmem bu lafı, biri gönül razılığıyla bile gitse, inandıramaz insan 'ben istedim orayı' dese mesela, ıhh, kimse inanmaz... her neyse-
Hepimizin hayatında zor dönemler olmuştur.
O'nu tanıdığımda da -sanırım- o kadar süper bir dönem değildi, O'nun için...

*
*
*
O gün için kaç tane yazısını okudum hatırlamıyorum; ama kompoziyon notu öğretim hayatı boyuncaki ortalaması 60 olan benim için 'yazabilen' insanlar acayip değerlidir. tabi bu günlük tadında olunca insan yeterince iyi tanıya biliyor karşısındakini... sonradan bununun böyle olduğu daha iyi anladım blogda...

Her insan büyük yassı bir levha olsa ve biz bir yerinden -tüm özelliklerimize ait çiviler ile- çivilesek onu bir çıtaya ... sonra da tutup bir kulağından çevirsek, pervane gibi döner .
İşte hayatımızda sökseler her özellikteki çivilerimizi, ölmeden önceki son çivimiz en önemli vasfımız olacaktır, bence.

Çilek için sanmaktayım ki, bu şey en baştan beri 'aidiyet ve sahiplenme' dir.
Bu bazen aileye...
Bazen sevgiliye... milletine... mesleğine... arkadaşlarına... çocukluk anılarına ya da patikte bulunmuş bir saç teline... hatta sonradan gördük ki blog sayfasına ya da küçükken babasının masasının altına saklanmış 'kişisel eşya'larınadır :). Aidiyet ve sahiplenmenin özünde ciddi bir 'sevgi kimyası' olduğundan bahsetmeme gerek yok sanırım.

Bazen insanların şeffaflaştığından bahseder Çilek, ama daha ziyade 'ardını görmek' der bu şeye... sanırım şeffaflaşmak diye ben söylüyorum ve ya onun bu lafını çarpıtıyorum...
ama öyledir sahiden de... bir akvaryumdaki balıkların her hareketini görmek gibi, kuyruğu bir birine deymeyen onlarca uçuşan fikrin seyri gibidir bu. Mesela; anneyseniz çocuğunuzun göz kırmasına dahi anlam yükleye bilirsiniz.
Peki; hiç tanışmadığınız, gerçek bir dostluk kurmadığınız/kuramayacağınız ve hatta alalade tokalaşmadığınız birini şeffaflaştıra bilir misiniz?...
değer verebilir misiniz...?
önemseye misiniz...?

bu oluyor işte... onu diyorum... (ya da bende oluyor)

Belki bazı fikirlerimiz örtüşmez, bazısıysa bire bir tutar elbet... ki oturup sohbet edilse bunlara onlarcası eklenir tabiki.

Mesela o kahramanlardan bahseder. Yoğun ''bir sıvının içinde dibe çökerken'' bazen. Ya da boğulurken ki çırpınmada, kahramanların yokluğundan yakınır, onları 'tatilde olmak'la suçlar... bencesi ise, öyle kahramanlar yoktur hayatta ve onların sevgilileri içinse hayat daha zordur. Superman, Örümcek Adam ya da Hulk un sevgilileri hep tehlikededir. Yani kahramanlık sevgili için başlı başına sorundur, hatta Redkit ve Batman nin sevgilisi bile yoktur.- ki bu da beni doğrular-(Bide Kalamiti Ceyn vardı; ama onuda en iyi Ayro bilir :).. )

Van'daydı demiştim ilk tanıdığımda...
Sonrası zorunlu hizmet... nöbetler... duygusallık... nöbetler... TUS... sonra yine duygusallık... istifa... ardından duygusallık... Ankara... TUS... ama ara ara hep duygusallık...:S

Ki yazılarının hep güzel ve dikkat çekiciliği burdan gelir... ''aa aynı ben'' diyen çoklarını gördüm yorumlarında... benimde yorumlarım oldu... Blog dünyasındaki yorumlarımı yazılarımdan üstün tutmuşluğum vardır. Bu yorumlardan en beğendiklerim çoğunu yine Çilek'in sayfasına yapılmıştır. Önceleri sizli bizli, sonra biraz daha rahat ve nihayet çizimli dialoglar... ama hep değerli ve seviyeli olduğunu düşünmüşümdür. Belkide doktora saygı hamurumda vardır.

Moral vermişliğimde olmuştur, destek verdiğimde. başka yollarla supriz yaptığımda, belki mutlu ettiğimde... hepsi iyi değildir ama :) 'tedirgin' etmişliğimde olmuştur. Bana telefonda ayar vermişliğide:) (kendi bile bilmez bunu ..)

Azrailin ordusu...
Tohumun toprakta çatlaması...
Aynaya makyaj yapmak...
Sıcağa ve soğuğa maruz kalan çöl kayası...
Ayna...
Atom ve denklem...

Hatırladığım kısmi yorum başlıklarıdır...

Şuracıkta belirteyim ki, blogdan -aynı döneme rastlayan ilişkim için- karşı cinsi anlamaya dönük yararlanmışlığım vardır... Peki ilişkini kurtara bildin mi İso ya da bir yoluna soka bildim mi? dersek.
Hayır... koca bir hayır.... ama kısmet diyor geçiyorum burayı; zira herşey istediğiniz gibi olacak diye bişey yok hayatta... yabancılar 'ruhunu şeytana satmak' tabirini kullanıyor imkansız ve ya istediğimi şeylerin gerçekleştire bilmesi için... vee .....aman her neyse...
*
*
Velhasıl-ı kelam bir sene geçmiştir böyle. Aradaki altı aylık blogumu kapattığımda bile takip ettiğimler arasındadır Çilek...

Şimdilerde memleketinde... ve zıp zıp zıplayan TUS denen çekirgeyle uğraşıyor :) bir yandanda fotoğraf kursuna gidiyor. ha birde karakalem yapmak istiyorum demişti bir zaman. belki onunda kursuna gider. Sayfasını izlemeye devam edin...
İnanıyorum ki, yaşam sevinci, mutlu olabilme-mutlu edebilme kabiliyeti, düşünme yetisi, zeki olabilme, değer vermişlik, aidiyet.... ve dahası, Çilek'e güzel bir gelecek sunacaktır, eminim!...

Herşey gönlünce olsun Çilek...
saygı ve sevgiler.....
.
..
ve son olarak... iyi ki doğdu.m

Not: Zaman ayarlı, iki yazıdan ikincisidir.

13 Kasım 2009 Cuma

Atlar... metal olsalardı gıcırdarlardı


Evet...
kesinlikle öyledir, inanıyorum. Atlar... onlar metal olsa gıcırdarlardı. Kapının bile belki %1 i metalken (kilit sistemini saymazsak), o da menteşesiyken gıcırdıyorsa, at için bişey denilemez sanırım.

Bir Fransız, Türklerin tarihteki 'yönetmenliğini' bozkırlarda yaşamaya bağlamış.
Okudum.
Atlar ve bozkır. Ufuklar dolusu at... ve bozkır...
Ki, Ankara bile malumunuz.

Düşünün, onbinlerce atı sürseydik batıya doğru -ama onlar metalken elbet- çıkarttıkları sesle korkan, ostrogotlar ve vizigotlar okyanusa atlar (bak yine 'atlar' dedim) Amerikayı önceden keşfederlerdi. Şanslılarmış sadece 'göçmüşler kavimleriyle'.

Başka gerçeklerle de uğraşırdık ama.
Mesela! uyunmazdı be!...
-Babaaa! atım çok gıcırdıyor!
+Yat hadi olum, yarın Talas Savaşı var. Daha müslüman olacağız.
-Annem uslu olursan Truva'daki ahşap atı verecez sana diyor.
+Bırak olum, elin mitolojiklerinin atını..
...
Sonra...
Sonra, adalarda kimse yaşamazdı. zira faytonlar!
hatta...
'dikkat fayton var!'
sırf bu yüzden, belkide araba orada icat olunurdu.
Harrison Ford içinde, taa adalara gelmek zor olurdu be kardeşim.
ama...
ama... belkide biz daha çabuk sanayileşirdik, atı eritir gemi yapartık mesela.


Başka iyi yanlarıda olurdu elbet. nal olmazdı mesela... bu iyi bişey.
Bak anlatayım.
Memlekette E-5 kenarında turunç ağaçları vardır (bir çeşit limon)
Bigün, onlardan birinden turunç düşürmek için ağacı sallarken, bir tane nal düştü ağaçtan. Iskaladı bir diğer değişle, ki kafamıza düşse belki ölürdük, küçüktük birde.
İşte metal olsaydı atlar, bu risk hiç olmazdı. Hala bilmeyiz sahiden de ağacın tepesinde neden nal vardı.
Sonra sallamadık ağacı , belki atta düşer diye.
Karanlıktı; korktuk. Diğer ağaca geçtik.
Bu hırsızlık gibi bişey değildi ha!... orda bu ağaçlar belediyenindir ve her yerdedir. Kimse de toplamaz zaten turunçları, çürür.


Bu arada aklıma geldi. Batıyı iki ikişi denize dökmüştür bence.
Birisi Fatih, ki doğuya gidemeyince batıya gitmenin adı coğrafi keşifler olmuştur Atlas Okyanusunda. Bulacak bişey olmasa, aynı adamları telef olmuşlar listesine alırdık hatta.
Bir diğer denize döken... malüm; Atatürk.
Ama bunlarla övünmemeliyiz bence; zira bu tip bişeyin övüncüne sığınmanın yeni tarihler yazmada bizleri atalete sevki...... falan filan işte...

O değil de Selanik'in çoğu Türkmüş.
Atatürk duyunca üzülmüş, ''nasıl bıraktınız Selanik'i '' diye :(..
Benim hala kişisel Misak-ı Milli'mdedir orası. (bu cümleyi bir yer de daha kurmuştum sanki.. neyse.)


Ne saçmalıyorum biliyor musunuz?
Atlar... metal olsaydı... biz bilimde, ilimde daha bir sanki... Gıcırtıdan bıkıp dururduk. On binlerce kilometre gitmek değilde, kendi benliğinde bir adım atmanın - ki yine de onlarcası atmışızdır elbet- önemini daha bir kavrardık. Bu garip dünya da garip şeylerle uğraşıyorsak hala... yoruluyorsak hani anlamsız...
işte bu, hiç gıcırdamayanların suçu birazda.


Her neyse...
Atlar diyordum..
metal olsalardı eğer, kesin gıcırdarlardı.
ama kesin!...

Not: Zaman ayarlı, iki yazıdan birincisidir ve herkes iyidir umarm.

resim:www.el-aziz.net

8 Kasım 2009 Pazar

Bir İsta(m)bul Hatırası...

o kadar hüzünlü gibi durmasada... öyle arkadaş.
yazmıştım buraya bir yere. İlkokul 1. sınıfta okumayı söktüğümüzde verilen kırmızı kurdaleler vardır ya hani.
İşte o gün öğretmen, elinde kurdale, beni tahtaya çıkartıp, şöyle dedi...
'istanbul' ...... yaz hadi İsmail...
ben tekrarladım..
istammpull.... istamnbull... istambull... gibi bir sürü içsel tekrardan sonra, yazdım...
İSTAMBUL...
:)

*
ilk kez dört yaşında gezmeye.. sonra ortaokulda tatillere... lisede biraz çalışmaya birazda tatile ...ve nihayet üniversitede okumaya geldim bu şehre...
*
*
*
birazdan telefonumu, anahtarlarımı ve sodekso kartımı sekreterin masasına bırakcağım...

gitmenin adı... hep vardır arkadaş ama, 'gerçekten gitmek' bambaşka bişey...
sevgiliden ayrılma korkusu, telaşı, bencilliği hep ama hep vardır da oturup bunun için sızlanmazsınız pek.
ama ya ayrılınca ?!

İstanbul'a daha çok gelip gidilecek belki... ama başka olacak artık, aslında belki de daha iyi olacaktır, kim bilir?... yeni bir dönem...

şimdi...
önce bir kaç gün İstanbul... sonra Yalova... sonra Ankara'da bir kaç gün , Toroslar ve Adana...
ben yine de gülümseyeyim


O zamana değin, kimse kaybolmasın gelince yoklama alacam
Komançi, bakarak ol e mi ...

'O an' resim: http://imageshack.us/

7 Kasım 2009 Cumartesi

İstanbul Boğaz'ının seyir defteri




Uzun zaman yapılan gözlemler vardır ya!... onlar bazı şeyler öğretir bizlere...
işte onlardan biri...

haa! belki en gereksizi ama olsun :)
olay şudur...

İstanbul Boğazı'ndaki uluslar arası gemi trafiği, sabah saatlerinde Marmara'dan Karadeniz'e doğru, akşam saatlerinde ise Karadeniz'den Marmara'ya doğru akar.
Büyük tonajlı gemiler arasında 20 dakikalık bir ara varken, küçük gemiler el ele çiftler halinde geçerler, çoğu yardımcı kaptan almaz ve bunu gösteren bayrak çekmez, 'No smoking' yazısı evrenseldir ... :)
hmmm
başka... haa!
Boğazlar uluslar arası statüye sahiptir; bu sebeple iç sirkülasyon, transit geçiş yapan gemilere göre organize edilir...

Bir gün vaktim olursa gemi kazaları ile ilgili bir kaptandan arakladığım, hatta sömürdüğüm bilgilerimi paylaşacağım...

İnsan yalıda yaşayınca da herşeyi de biliyo arkadaş(!)... :)

esas kaynak: 500T

Siz; sorunlarınızla dalga geçer misiniz ????


DENEYİN ;)

5 Kasım 2009 Perşembe

Bir garip ruh hali olarak: istifa etmek...


Bugün resmi olarak işimden ayrılma görüşmesi yaptım. evet garip bir durumdu itiraf edeyim, bambaşka bir deneyim. istifa edeli 1 ay oldu ama malüm, işler toparlanması gerekiyordu.

Görüşmede, patronlar şirket yönetimi için bir dolu şey sordu bana. kimler verimli, kimler işini seviyor, şirket için nasıl bir gelecek ön görüyorsun, sence eksiklerimiz nelerdir... falan filan...
Kısaca söylüyorum...

Şirket ve çalışanların ağzından girdim burnundan çıktım :)) kovulması gerekenler,başarılılar, iyi niyetliler, işini sevmeyenler ve yerinde sayması gerekenleri söyledim...
yok yok sanmayın ki milletin ipini çektim ... sadece gerçekleri söyledim. onlar kendileri söyledi yapılması gerekenleri. bu arada işten ayrılıp yeni iş kurmak isteyenlerin ekmeğinede yağ sürdüm...
eee işten ayrılsınlar ki, onlarda işlerini kursunlar.

neticede acayip bir toplantıydı...
pardon ya... yemekti diyecektim. 3 saat sürdü. Çanak diye bir yere götürdü patron, üç kişi 100 tele para ödediler.

(ıvır burda paradan bahsederek iyice küçülür hahaha.... öyle değil arkadaşım güzel bir yerdi onu diyom. ambiyansı vermeye çalışıyorum. insan ne sıklıkla 3 saat yemekli sohbet yapmıştır ki yani..... de mi ama...)

düşünüyorum da, ben işe girerken görüşmeye geldiğimde 20 dakka konuşmuştuk... :) şimdi gitmeden önce beni sorgulamalarıda enteresan.
beni sevmişler ama, ''gitmeseydin nasıl olurdu'' dediler... önceden sormuyorlar ama bak bak
çağğaaalll...
nasılsa kesin gidecem yaaa!!...
zeki adamlar tabi...eee kimin patronları...

Para; beni hiç sevmedi, ben ise ondan nefret ettim; ama işte naparsınız arada çocuklar var diye katlanıyoruz, bi de şu borçlar olmasa

(bundan sonrası duygusal modda)
İstifa ettim arkadaşlar... şaka bi yana, sevdiğim patronlarımdan ayrılıyorum... biliyorum ki onlarda benden gayet memnundular...
şimdi memleketin karlı dağları bekler beni...bildiğim-tanıdığım, torosların ortasında bir kasaba, (kasaba, şerif muhabbetinin bir diğer sebebi :)..)bir o kadar da yabancı gördüğüm bir yere gidiyorum...

vayy beee arkadaş.... İstanbul'a geleli tamı tamına 121 ay olmuş. 10 yıl yani.
çocuğun olsa ilkokul 4 e geçmiş oluyor, yani öyle bir zaman...
121 ay... 11 in karesi (bu bi yerde daha geçiyo yahu)....
99 öss inden çıktığımda, bir geometri sorunu yanlış işaretlediğimi fark etmiştim; dün gibi... oysa üniversite biteli bile ne kadar oldu...
yauvv ... şimdi çizimlerimi nerde scan edecem ben :S...
sıkıldımmm..

-isooo.... gel hadi, gidiyoruz.
+geldim abi..

Ben aptall birr kooovbooyuuummmm

Timsah.com
Benzer videolar için tıklayın


şimdi de bu şarkı yanlızca Ayro'ya geliyor... (kimse ilişmesin arkadaş tehlikeli)

bir insanın hatasından dönmesi gibi, özür diler gibi, emeğe değer vermek gibi :))
sen somurtma yeter ;)

ıvır : yauvv.. ama hala somuyğtuyon ... asya yapma ama
Ayro: yürü git... pis kamyoncu!
ıvır : kığğılıyoğyum amaaa.... bak timsah diye site buldum... koy o silahı yerine..
Ayro : hıhh!!

4 Kasım 2009 Çarşamba

Ad(i)-liyet


Adil oluyorken, sisteme zarar veriyorsanız; tek yapmanız gereken, buna deyip deymediğini araştırmak olmalıdır.

Çizimin ana hatları için, bir dergi görselinden yararlanılmıştır.

3 Kasım 2009 Salı

Nil'den geliyor... ben aptal bir kooovboooyumm..


bugün şu aşağıdaki online takip şeysini yükledim... şimdilik birşey göstermiyor ama... ileri zamanlarda sitenin sağında solunda afedersiniz hatun resimleri çıkacak. önceki blog adresimde çıktığı anda- bize terso diyerekten- silmiştim :)
her neyse...

burda şöle bir gerçek çıkıyor...
tekil ziyaretçi sayısı 5 olarak verilmiş...

a-ha o listeyi sayıyorum...

1-ıvır
2- Ayro
3- Ferdi...

bunlar banko... demek ki geriye iki kişi kalıyor... bunlar kimdir niye gelmişlerdir hangi rüzgar atmıştır, bilmiyoruz tabi.
bu arkadaşlardan biri Öykü Hanım diğerinin ise cesetizleri olma olasılığı yüksek, ama garanti değil... yüce google kafasına göre atamada yapmış olabilir...:)
çok heycanlıyım blog...
böyle adam vardı biliyor musunuz? tbmabeniiseal.com gibi bir adresti sanırım... orda vardı bu...:)
kimse onlar çıksın ortaya, bak bişey yapmayacam....

hahaha... böyle de bişi vardı...
hocalarımız derdi hatta... '' bak kimse o, çıksın bişey yapmayacam''
yanlız öyle bir ''yapmıyacam'' derdi ki; siz derinizi yüzülecek sanırdınız :) bazısı tabi ki canım... benim ilkokuldaki öğretmenim demişti mesela, ben paşa paşa çıkmıştım...

bişey yaptığımızda yok ha... tüm sınıf kovalamaç mı ne oynamışız, sınıfa girdik herkes buram buram ter... dersi dinlemek için oksijen takviyesi gerekecek kadar çok soluyoruz. kim bu kovalamaç oynayanlar çıksın dediler... ilk ben çıkmıştım...
dürüstlük değil haaa!! :). o kadar beyazım ki, zaten kıp kırmızı olunca öğretmen beni çıkartacakmış ilk başta.... sonrada anlamıştım...
her neyse...
çok abuk oldu yazı... Allah'tan çok okunmuyoz... bu da iyi bişey bi yerde...

de mi Ferdi... (Ferdi bu kadar uzun yazıyı okumaz; okursan Ferdi, sana yemek ısmarlıyacam söz, bul bu satırı haber et bana :)...)

Ayro sanada bir site yapak... ya da gerek yok. diyim sana senin site adresini yolla cv'in ile yeter bak... :)

evet, ben şimdi çizimime kaldığım yerden devam ediyorum...

herkes için Nil'den geliyor...

Benn apptallll bir kovvboyummm....ama sanaaa aşığımmm... evvvimmm de yok ça-talımm .... evvvimde yok ka--şığımm....

sonradannot: ben yazıyı yayımayana kadar sayı 8 olmuş... şoktayım blog

2 Kasım 2009 Pazartesi

Standart Grip Çizelgesi


Çizimin basitliğine takılmayalım lütfen... niyahayetinde hasta bir bünyenin kalem tutuşundaki yeterince güçlü olamama durumu var çizimde...

Hasta olurken yaptığımız genel bir davranış biçimini reçetelendireyim istedim...

1-Genelde olduğu gibi çok alakasız zamanlar seçilerek yaşam düzeninin alt üst olmasına özen gösterilir. (taşınma arifesindeyim, evim bilem yok; daha ne olsun.)

2- Uygun görülen bir virüs bulunarak vücuda tebelleş olması sağlanır. (günümüz koşullarında domuz gribi uygundur, müslüman bünyeye haramdır, helaldir artık bakmayacaksınız bi zahmet:)..)

3- Size bakacağına inandığınız birinin yanınızda olmasına özen göstermelisiniz. (anne, kardeş, baba, arkadaş... ben bu iş için Ferdi'yi seçtim... öyle bir çizgi fim vardı yaa... seni seçtim pikaçu derdi eleman, onun gibi yani. tercih size kalmış :)..)
4-Gün ve gece boyu yataktan çıkmayarak öylece miskinleşirsiniz. ( yemek olur çağrılırsınız, çay olur çağrılırsınız, gelip üstünüzü örterler falan...)
5-Yanınızda kağıt havludan bir rulo bulunur, mütemadiyen garip bir foşurdama eğilimindesinizdir. ( birde yanınızda atık poşeti bulundurusunuz ki, eve mikrop iyice yayılmasın)
6-Tüm bunlar olurken göğsünüz, başınız, boğazınız mütemadiyen ağırır.
7- Öyle ya da böyle iyileşme emareleri göstermeye başlarsınız...

yaşasın yataktan bağımsız hale gelmek...
yaşasın yer yüzüne paralel olmama durumu...
yaşasın sağlıklı olmak...

herkese geçmiş olsun efendim...