12 Ağustos 2010 Perşembe

Gıcırdayan çocukluk...

hayat çocukluktaki benzer tercihlerle ilerlemiyordu... kalemin ucunun kırılması ağlama sebebiyken; kokulu bir silgi, o hiç bir yerde duyulmayan aromalı tadı ile hafızalara kazına biliyordu... nefretlerin ve korkuların saman alevi tadındaydı... umursanmıyordu herşey dibine kadar. bir ağlayıp bir güle biliyordu insan... bu ikisinin tamamen farklı şey olduğunu bile bilmeden.

örneğin; adını takmıyordu kafasına. ha osmandı, ha hüseyin... garip beklentileri yoktu...
'dan!' diye söylenirdi gerçekler. 'ahmet baban öldü mü senin' diyi vermek, ancak çocuğa kolay gelen bir fiildi ...

fiziksel gerekliliği tartışılan kavramlar vardı. aşk gibi.... sevgi gibi... küsmek gibi...
tam olarak bir yere oturtulamamıştı bunlar. zamanla, daha çok karşı cinsin gülümsemesine ve ya nerfetiyle ilişkilendirilecek olan garip bir haldi bu. elindeki yapboz parçasını bir yere oturtamıyordu.

matematik yoktu henüz... en basit ihtiyaçların bir biri ile ilişkisinden çıkacak onlarca yeni hal olacaktı hayatında. çözmek hiç bir şeyi de bitirmeyecekti. türev almak gibiydi. her alınan türev yeni alıncak türevleri daha daha zor kılacaktı.

hayatı yaşamak ile öğrenmek aynı anda oldu.
herşeye rağmen farklı bir deneyimdi....

Hiç yorum yok: