30 Mart 2010 Salı

Hayatın Madikatması Durumu

1,2,3,5,7,11,13,17,2486,16,29,31,37

***
...
...
...
Hayata dair kural bilmem kaç:

Hayat, herşey yolunda giderken sırf iş olsun diye, yolunda gitmeme hakkını kendinde saklı tutar...
(hani sırf iş olsun diye...)
...
..
..


28 Mart 2010 Pazar

Sivas Hatırası


Kongre Binası....

26 Mart 2010 Cuma

Bir Arının Seyrinde

İnsanoğlu arıyı icat etseydi; muhtemelen, arının çiçeğe bir mermi gibi gittiğini görürdük. Çünkü, İnsan telaşlı bir varlıktır. Oysa Yaratıcı'nın fiilidir, döne döne ve yavaşça hareket etmek.
Güneş, mevsimler, rüzgarlar, günler, hatta elektronlar malümunuz...

Bence dönmek; yerinde saymak değildir. Daha çok bir vida gibi ,derinleme inmek anlamıyla yüklü olarak, için için hareket etmektir.
Hızlılık ise daha çok; kontrolü kaybetmekle eş anlamlıdır.


sevgiler...
istak

24 Mart 2010 Çarşamba

kayseri'de tcdd misafirhanesindeyim... Odasızlıktan, ismail diye bi adaşımla beraber odayı paylaşıyoruz...

İsmail abi odaya benden önce yerleşmiş ve şu anda uykuya daldı...
Muhtemelen kondüktör olan, bu şahsiyetin horlamasıyla baş başayım :S
***
Ve sorarım
Bu zulm niye Allah'ım....

23 Mart 2010 Salı

Şeftali Çiçeği...


Elinde şu gördüğünüz çiçeklerle, akşam saati, annesini evin kapısında bulan ismail ve annesi arasında yaşanan dialog...

- anne... bak sana getirdim...
+ amanınnn!!... şeftali değil mi?... bu ( hafif değşete düşmüş anne söylemi)
- evet... şeftali çiçeği (annesine öyle yada böyle çiçek getiren mutlu insan)
+ niye kopardın ki... tüh bu çiçekler şeftali olacaktı (üzüntülü anne söylemi)
- yok koparmadım aslında ben
+ tühh! nasılda açmış canım...
- anne üzülmesene, sana çiçek getirdim
+ pekte çokmuş...
..
..
-!!??
- anneee!!! ağacları budamışlar, çalılarınıda yığmışlar... yani ben koparmadım... al lütfen ( trip moduna giren gençlik)
+ haaa iyi... alim bari ..teşekkür ederim
- ohh!!


doğayı korurken, severken beni geren anneme saygılarımla... :)

penceremin manzarasındaki 4 trilyon...

burda bi lokantyacı var. kendisi kamyoncu lokantası işletmesine rağmen acayiip gaza gelmiş...
bugün eve gelirken beni gördü, yaklaşık 40 metreden konuşmaya başladı... ama insan biraz daha geriye gitse, yinede duyabilecek kadar ses kaynağı kendisi... bildiğin megafon tadıda...

bir iki laflamadan sonra...
-müdürüm...
diye yanaştı..
ve bir dosya gösterdi... öyle buyük bir sırrı açıklarcasına ve etrafını kolaçan ederek...

sanırdım ki, bir hazine harifası falan gösterecek. baktım bir vaziyet planı/proje..
ömrümde artık görmeye şimdiden tiksindiğim, o otocet çıktılarından biri... bir plan... bir çizim... benim için o kadarda önemi olmayan bir A3...

ama biraz daha dikkatli bakınca '250 yataklı otel' planı olduğunu gördüm. bir hazine gibiydi aslında 42x29 santimetreye sıkıştırılmış, eski para ile 4 trilyonluk bir proje bedeli olduğunu deneyimsel olarak anladım...
heycanla anlattı...
..
..
ama ben...
bu projenin kendisi ve o arsa için imkansıza yakın olduğunu anlattım yaklaşık yarım saat... bir yandanda zihnimin CPU sunu doldurmak pahasına 'bu adam acaba 20 milyarı bir arada görmüş olabilir mi' soruna cevap aradım...
bu sırada kendisi kredi çekebileceğinden bahsediyordu...
...
şimdi tedirginim...
bir sabah yan parselde 4 trilyonluk bir inşaatın kaçak olarak başlamasından korkuyorum...
şu anda bile pencerem açık...
bugüne kadar hep 'iş nasıl yapılır' ı öğrendim... bundan sonra nasıl köstek oluruda öğrenmeliyim...
...
tedirginim...

21 Mart 2010 Pazar

doğum...


3 dakika önce dünyaya gelen 17 numara :)...

sarı...
ıslak...
yapışkan...
bol cik cikli... :)

Doktora Gitmek...


Kendini hastaneye, bir doktora ya da acile götürmekten aciz olan, hatta bu fiiliyattan gıcık alan ben... son bilmem kaç saattir hasta ve yere paralel olarak yaşama devam ederken... 'deminceğiz' diye bileceğim kadar kısa süre önce bir kişiyi acile götürdüm...

sağlık sektörüne olan sonsuz saygıma karşın.. bir o kadar uzak durma telaşındayım bu sektörden...
***
hani balıkları sevmek gibi...
akvaryum alırsınız, balık alırsınız, oksijen makinesi, ışık, otomatik yemleme vs vs.... bunların hepsi balık aşkından da olsa... bu sizi akvaryumun içine kafanızı sokmanızı ve o dünyayı tanımaya gayret etmenizi gerektirmez...
yani seversiniz ama uzaktan... :)
(işte buda bendenizin gündelik hayatta önlenemez şekilde durmadan yaptığı benzetmelerden biri)
***
hastamızın sorunu, yüksek tansiyon ve buna bağlı problemler...
kendisi komşumuz olmasına rağmen, bizden ayrı bir gezegende yaşıyor diyebilirim.

hastamıza geceniz körünün sonunda 5 üzerinden bir karne verirsek;

- doktora karşı davranışı....
0
- hastane kültürüne sahip olma
1
- bekleme ve teşhise yardımcı olma
0
- doktora makul ve mantıklı cevaplar verme
1
- doktorun işini doktordan iyi bilme
5
-doktorun hangi iğneyi yapacağını bilme (iğneyi vurması gerektiğinden emin zaten!?)
5
- doktorun, istediklerini yapmaması karşısında adam yerine koymama
5
...
..
bu liste uzayıp gidiyor.
şöyle özetlersek....
ben mimarım- ki bu cümleyi kullanmak zorunda kaldığımda sıkıntı basar beni, acaba ne kadar hak ediyorum bu mesleği diye-
ve birazda olsa bir sanat kavramına yakın bir meslekdir. sanat eseri değeri vardır ürettiğimiz her yapının veya projenin... işte bu yüzden olsa gerek birazda...

Bir hizmet bekliyorsanız herhangi birinden... o andan itibaren, o mesele ve ya makama saygı duymak, insan olmanın bir göstergesidir.

doktorsunuz, memletin %1 lik ... %2 lik dahileri arasına girip, sonrada bu yüzdeklik dilime bile dahil edilmeyen kişilerle muhattap olabiliyorsunuz. hatta buna mecbursunuz. burda kastedilen salt zeka değil elbette. ama görgü sahibi olmamakta insanın kendi ayıbıdır.

***
***
bu olay hiç olmamış gibi.. yatsam daha iyi belkide.

18 Mart 2010 Perşembe

kuluçka makinesi






yaklaşık 25 gün önce başlayan bir süreçti bu... bolca internet araştırması
fan...
lamba...
ısı yalıtımı...
havalandırma delikleri...
elektronik termostat...
su...
tel...
her 4 saatte bir çevilmek zorunda olunan yumurtalar...
gece kalkmalar...
okula gidince anneye emanet etmeler...

ve sonuççççç....


şu resimdeki çıkan benim 9. civcivim :))....
resimdeki diğer yumurtaların bir kısmı sanırım bu gece çatlayıp çıkacaklar... (kısmetse diyelimde kaderin gücüne gitmesin)

bu basit düzenekli bir kuluçka makinesi... ve artık 21. güne gelmiş durumdayım. nasıl bir his olduğunu anlatmama imkan yok sanırım :)... buralara yazmamış olmamda ilginç...
ama çıkmazsa tarihe mahcup olmak istemedim sanırım.

yumurtadan çıkan bir civciv nasıl olur derseniz... ıslak, yapışkan ve sevimli... :)
insan kendi civcivine bile bu kadar sevindiriyorsa, kendi çocuğu nasıl etkiliyordur kim bilir.


bunlarsa ilk 5 civciv, diğer çıkacakların abi ve ya ablaları...
kümes nüfusu haftaya eklenecek kaz yavruları ile artmaya devam edecek inşallah :)...


bu doğum ve gergin bekleyişlerden sonra rahatlayıp, kendime bi sinema bileti ısmarlamaya karar verdim. bekle beni ankara.

16 Mart 2010 Salı

Fışşşşş


Sprey şeklinde sıvı püskürten gereçler kullanılırken, ''fıs fııss... fıs'' şeklinde ses çıkartıyor. Şu anda bi tane var mesela burda...
Ancak, bu ses su ve ya sıvılarla ilgili hiç bir şey ifade etmiyor.
'' fıısss'' da ne ola?!!... balon mu bu?!

Mesela, ''fışşş''... sesi bi yere kadar daha ikna edici bence sıvılar için.

O ses aslında ''fışşş...fışşş..'' diye çıkıyorda, biz yanlış mı anlıyoruz???!!!

KDV

Önümüzdeki 48 saatlik dilimde yaklaşık 60 saatlik işim var.
ve...uykusuzluktan ölüyorum...
Daha kötüsü, bu işlerin varlığı, onların katma değeri yüksek işler olduğu anlamınada gelmiyor :S

15 Mart 2010 Pazartesi

6

Dünkü 'PC' adlı yazımı tekrar okuyunca aklıma geldi...
PC im 6 yaşında.... ve aynı zamanda çocuğum olsa, ilkokula başlayacakmış...

o derece, ilginç :S....

PC

Cep telefonu ile münasebetim hiç iyi olmadı. Nedendir bilmem.
Ancak şimdilerde her şeyimi ona endesklemiş durumdayım sanırım... aylık 1100 dakika gibi bir ortalama yaptığımı söylüyor turkcell. Yerleşik bir düzen olmadığından olabilir. Bi de çevre yapma telaşını saymak gerek bu sebepler arasında.

Çok ilginç aslında, insan on beş yıl önce biriyle buluşurken
'' saat ikide, meydanın şurasında bekleyecem'' gibi bir cümle kurarken, artık...
'' öğlen görüşürüz''
gibi yuvarlak bir cümle ile geçiştirip hayatı akışına bırakıyor. nerde ve ne zaman soruları nasılsa sonra telefonda görüşülecektir.

tabi buda hayatın 'kendince' ve ' öylesine' akmasına sebep oluyor. burda suçlu sadece cep telefonu değil tabi ki; ama yinede 'hayatın öylesine akmasına' neden oluyor.
hem çokda gıcık bişey telefon. her an ve her an herşeyin değişmesi olası haline geliyor. bir işin başında odaklanamama gibi bir şeye dönüşüyr hayat. durmadan değişen düzen, alışkanlık sonucu, değişmesede üretimin baltalanmasına sebep oluyor.
...
bu yazıda cep telefonunu yazmayacaktım aslında. nasıl olur ki bir şeyi yazmak isterken, tamamen alakasız bir şeye kayar kelimeler...
***

ben bilgisayarımdan bahsedecektim.
Çizim yapıyorum yine, emektar bilgisayarımla. seviyorum bu PC yi artık. yakın bir gelecekte laptop almayı planlasamda, bu şey artık çocuğum gibi oldu. birazda eski olmasından ötürü disk birleştirme, temizleme, format gibi şeylerle o kadar çok onu mıncıklamışım ki... iyiden iyiye bir bağ oluşmuş durumda aramızda...
şimdi yine autocad te kim bilir kaçıncı çizgimi atıyorum.
bitirme projesi dahil...
ilk aldığım maaşımı da gördü bu alet... kabaca altı sene olmuş... bu arada tek eskiyen PC değil tabi. bizde eskiyoruz galiba :)...
Bir meslekteki en iyi şey tecrübe olsada... tecrübesizliği özleyeceğimiz günler yakın belkide.

ilk maaşımı veren patronumu hatırlıyorum bu arada. şimdi düşünüyorumda, nasıl kabul etmişim mimar olarak asgari ücretin altında bir maaşla çalışmayı... :)
hayret valla.
hadi ben cahilim, ilk kez para alacam. kimsede uyarmıyor beni.patronda uyanık olunca böle oluyor demek...
***
neyse PC im, yazı iyice kontrolden çıktı :)... çizmek gerek; sonra yine yazarım seninle...

13 Mart 2010 Cumartesi

Balık Tutmak

bundan uzun yıllar önceysiydi.

bizim derede elle balık tuttuğumuz bir dönemdi... sabah 9 gibi dereye iner, çoraplarımızı elimize geçrir ve derede taşların arasına elimizi atarak balık yakalardık. yaklaşık altı saat bu işle uğraşıncada yorulurduk. şanslıysak elimizde bir kaç kilo balıkla dönerdik eve. babam ile eniştem balıkların büyüklerini yerdi. annem ve teyzem öyle isterdi çünkü. biz ise küçük olanları. sonra sonra bıraktık bu işleri.

çok sonraları ise dereye elektrik verenleri gördük, tüp atanları, şişe içine kireç koyup bir nevi patlayıcı yapanları, serpme atanları, kepçeyle dereyi kesenleri...

biz çocuktuk, ama şunu öğrenmeyi bilmiştik... ''balık tutmak amaç değildi, araçtı.'' ve asıl eğlenceli olan ise bu iş ile uğraşmış olmaktı. büyükler ise bu işi hep yanlış anladılar.

kusura bakmayın balıklar.

iş yapmak ile yapıyor gibi görünmenin arasındaki fark...

bak blog...
ben yazmıyorum ya.. yemin ediyorum neler kaçırıyorsun, bilemezsin.

şimdi, üşenmeyeceğüim ve en son belediyede başıma gelen bir şeyi yazacağım.

bizim belediyede... (bizim belediye dedim ama ne kadar aittim oraya bilmiyorum hala) iskan ve ruhsat gibi işler için nüfus ve vatansaşlık işleri genel müdürlüğnden alınması greken bir şifre mevcutmuş... şu anda belediyenin kullandığı şifre yaklaşık 1.5 yıl önce emekli olan birine ait. ve bu şifre hali hazırda kullanılıyor. geçen perşembe şifre çalışmadı ve küçük çaplı bir kıyamet koptu. şöyle bir dialog geçti.

-neden yeni şifre istemediniz?
+ istatistik müdürlüğüne konu ile ilgili yazdık
- peki ne dediler
+daha cevap gelmedi
-peki telefon ettiniz mi (bu sırada yazı ne zaman yazılmıştır acaba diye düşünüyorum),
+telefona gerek yok, yazıya cevap vermek zorundalar, hem kimi tanıyoz da, telefon edeceğiz
-??!!!! tanımak?
..
.
.
- iyide ya yazı gitmediyse
+ölye şey olur mu canım, gitti tabi ki
- ??!!!!... peki ya cevap gelemezse
+ gelmek zorunda

kısa bir araştırmadan sonra yazının yaklaşık 8 ay önce yazıldığını öğrendim... yani bizim yazı işleri denilen birim 8 aydır öylece beklemeyi marifet biliyor. daha kötüsü yazıya cevap verecek birim istatisk kurumu falan değil tabi ki. yani bekleyişte boşuna. :)

şimdi diye biliriz ki iso herşeyi sen mi biliyorsun diye... ama çıldırmamak için insan zor tutuyor bazen kendini.
konuşmanın öncesi ve sonrası var bi de...ve benim tansiyon tavan yapmıştır eminim.

konuşma sonrası
ankarada tanımadığım (!) insan evlatlarına telefon ettim ve yaklaşık 3 dakikada şifreyi nasıl temin edileceğini öğrendim... ilgli yazıyı yazıp gönderdim. şifre haftaya mailime gelecek. işte hepsi bu...
gelmez ise telefon ile hesap soracağım.

buralar çok eğlenceli arkadaş...valla bildiğin gibi değil...
hiç sıkılmıyorum... bunun için zaman yok çünkü :)..


sevgiler...

abartı...

Az önce hotmail sayfasının anlet bölümünde 'hangi şekerlemesiniz' sorusunu gördüm...
daha ne kadar abartılacağını merak ediyorum... :)

10 Mart 2010 Çarşamba

Kurallar

Kurallar, en uç tabirle; daha az düşünen ve sorumsuz insanların dünya düzenini bozmaması için, gündelik yaşam koşullarının sürdürülebilirliliği adına oluşturulmuş, yapay yaşam şekillendirmeleridir.

Bu durumda daha mantıklı, geleceğe dönük, becerikli, zeki, kucaklayıcı, bütünleştirici her insan yeni ve daha doğru kurallar koymaya hak sahibidir. Böylelikle kurallar, hiç durmadan form değiştirmeye devam eder. Ve daha az düşünenler, buna uymakla yükümlüdür.

Kısacası; iyi bişey yapıyorsanız, ama bu kurallara aykırı ise...
Boş verin... rahat olun...

2 Mart 2010 Salı

okul yaklaşırken....


nikon fotoğraf makinem bozuldu...
4 GB lık flash ım gün itibariyle tamamen çöp olmuş durumda, sanırım yandı...
***

şu yukardaki şeyi yazmasamda olurdu, ama ne bilim tarihe not düşeyim istedim... belki yarın birgün bu anıyı referans alan bişeyler olabilir diye düşündüm...
her neyse...
bir perşembe günü daha geliyor. bu, bir okul günü daha geliyor demek olduğu gibi, hala bir rölöve projesi evi bulamadığım anlamı da geliyor. öğrencilikte tek bir esastan bahsederim..
dönem nasıl başlarsa öyle gider....
şimdi..
herkes için bu geçerli olmaya bilir tabi ki.... ama özellikle proje derslerinin devamlılık arz ettiği mimarlık vb bölümlerde, hatta ve hatta bunun gibi devamlı olan her derste geçerlidir bu dediğim... dönem başlar ve öyle devam eder.
malesef tecrübe konuşuyor...
başlamadan dersten kalmam an meselesi. ... onun dışındaki iki tane tırt diye tabir edilen ders var ki, bi şekilde geçeceğimi umut ediyorum. bu sırada kayseride hastanenin önünde indiren otobüslerden mimarlık fakültesine yürümekte çok iğrenç, demeden geçmiyeyim dedim...

ha bi de kayseri'de, hava açık ise her yerde uçak vb uçan cisimler görmek mecburi gibi bişey... giderseniz dikkat edin göreceksiniz....
***

haa, geçen haftaya ilişkin bir ankara notu iliştireyim...
ankara'nın tam bir memur kenti olduğu gözümde oturmuş durumda. şöyleki...
sabah simitçilerin önünden geçerken, 3 tanesi 1 lira olan simit... öğle vakti 4 tanesi 1 lira... öğleden sonra 5 tanesi 1 lira olarak devam ediyor. ben en son 7 tanesi 1 lira olana kadar gördüm. saat bu sırada19.00 u gösteriyordu. sonra şehirden ayrıldım. ilgniç bir gözlem gibime geldi paylaşım dedim...
bak unutuyordum... dahada satılmaz ise açma ve ya simitler cuma namazında cami önünde hayrına dağıtıyor abilerimiz.

gördüğüm o ki ankaralım simitle besleniyor :) ve tabi ordan oraya koşuşturan bende nasibimi alıyorum...
...
..
.
neysem.... şimdi ders çalışmalı....