26 Şubat 2010 Cuma

Pisi pisikopatım....


Fark ettim ki blog ile alakam iyice yüzeyselleşmiş durumda.
***
Kayseriye geçtim bu gün... üç tane ders var ama gel gör sadece birisi işlendi. hani yüksek lisansta çok fazla ders görmekte istemez insan ama, iki haftadır hala tanışmadığım hocam var. Hocalar durmadan ilgi ve alakamızı yüksek tutmamız konusunda diretselerde, tek taraflı nere kadar yani.... göreceğiz...
***
Ankara ya demin indim... sabah İller Bankasına gideceğim.
şöyle ki...
Eğer küçük bir belediyede çalışıyorsanız , ki resmi olarak hala işe başlatamadılar :), durmadan devletin kurumlarına ziyaretlerle memleketiniz için bişeyler elde etmeye çalışmanız gerekiyor. bu durumda rahatsız bir şey var. 'yerel yönetimin' o kadar 'yerel' olmadığını görüyorsunuz. yani herşey Ankara dan halledilecekse belediyenin ne işi var, gibi bişey geliyor aklınıza.
alt yapı için, hali hazır haritalar için, yol yapımı için, su hatlarının yenilenmesi için vs vs...
anla yani arkadaş, paranızın yetmesinin mümkün olmayan her türlü şey için durmadan birilerine dert yanmanız gerekmete.. şu an için sistem öyle görünüyor.
***
onun dışında memleket beni fazlası ile yormaya devam ediyor.,

eğer işinizi ve memleketinizi aynı anda değiştirirseniz. işiniz ve memleketinzi yanı sıra, yakın arkadaşlarınız, alışkanlıklarınız, çalışma odanız, en basit erişe bileceğiniz bilgi ve teknolojiniz anla yın ki herşeyiniz değişiyor. bu iğrenç bişey...

***
bi de gönül işleri var... tam bir tırt!!!... herkes işi gücü bitirmiş askerliğini yapmış ve mesleği olan birine eş arama yoluna girmiş durumda...
***

blog.. sana yazmıyorum ya, inan bunun bile bi sebebi var... hiç bişeyi toparlıyamıyorum ki sana bişeyler aktarayım...

haaa... bi de kümesteki tavuklarım var... hepsi sıra ile hastalanıp ölüyorlar. anlayacağın onlar için de hayat anormal durumda.
iyi bir haber olarak iki tane ördek yavrusu aldım ... bir şeybu kadar mı sevimli olur arkadaş... bir hayvan bu kadar mı paytak paytak yürür :)... bi sevimli bi sevimliler anlatamam... biraz dha büyüsünler bir tane havuzcuk yaparım gibime geliyor...
bazen odamda dolanıyorlar. resimlerini bi gün koyarım belki...

hadi bu yazıda böylece bitsin... ve son söz
hayırlı kandiller..

23 Şubat 2010 Salı

Ay

Demin kümesin yanındaydım, yere gölgem düşmüştü... oysa etrafta hiç ışık yoktu...
Meğer Ay, bayağ parlakmış bu gün.

Demek, ne kadar zaman olmuş ay ışığı ile oluşan gölgemi görmeyeli ki, bu fiile şaşırmak bile normal olmuş.

16 Şubat 2010 Salı

ş'öylesine...

bilgisayara format attım, hemde tüm harddiske... sanırım sorunlar kökünden çözüldü.
şu anda durmadan internetten programcıklar indiriyorum. bu sırada yıllar öncede
-acaba ne fark var ki bu iki program arasında..
dediğim 'windows live messenger' ile 'MSN messenger' a yine denk geldim... bu farkı yine umursamadan her hangi birini yüklüyorum....

basit şeyler hep basit kalıyor bazen... o kadar basit ki, umursamıyorsunuz çoğu zaman.

gariplikler...

her yerde gariplikler buluna bilir... sorun, bunlara ne kadar alışkın olduğunuzla alakalıdır...
iki gün önce, adamın biri kavak ağacını keserken, ağacı elektrik tellerinin üzerine devrilmiş, netice; teller kopmuş ve evin elektrikleri bir an iiçin defalarca gidip gelmiş. mahalle elektriksiz kalmış...buraya kadar hepsi göremediğim 'miş'li geçmiş zaman ait... sonrası öyle değil ama...

Eve gittim, bilgisayarı açtım... bilgisayar normalden 5 kat daha yavaş açılıyordu. çalışırken CPU nun tavan yapıp, bilgisayarın yavaşladığını gördüm... yavaşlatıyor derken winapta müzik çalarken donuyor, o derece.


Sonuç neymiş;
kavak ağacı uzunmuş ve keserken dikkat edilmesi gerekirmiş.
bir diğer çıkarımda şu ki, sizin mükemmel, zeki, uyumlu ve ya ince fikirli olmanız kaliteli bir yaşam için yeterli değildir...(bu sıfatların hepsini sahipliğimden değil ama olsun)
çevre önemli bir olgudur.

sevgiler...

14 Şubat 2010 Pazar

sevgiliyi kusmak...

başlık 'sevgiliyi kusmak'... yani sevgiyi kusmak, sevgiliye kusmak vb.. bişi değil... bi diğer değişle yanlış yazmadım.

aslında bu yazı daha önceden beri aklımda olan bişeydi, belkide yazmışımdır bi zaman... bakıpta 14 şubata gelmiş gibi görünsende, öyle değil.

sevgi, herşey gibi tüketilen, sindirilen, harcanan ve ya tırtıklanan birşeydir. bu, tüm diğer insani ilişkiler için geçerlidir (arkadaşlık, aile ilişkişleri,ortaklık vb)...
haa... sevgi emektir, sevgi şudur, budur gibi şeyler çok geçerlide olsa, sevginin tüketildiğini de bir gerçektir.

siz sevgiyi tüketirken o midenizin (zihninizin) bir yerlerinde durmadan depolanır. ama burda, bir küçük çocuğun dondurma yeme telaşındaki durum söz konusudur. o şeyin size dokunup dokunmayacağınızı idrak edemezsiniz (bu örneği kesin vermiştim ya, nerde bilmiyorum). o yediğiniz, midenize indirdiğiniz sevgi(li); ya sindirilerek vücudunuzun bir parçası olur ya da yediğiniz gibi kusarsınız. bu noktada, sevgi için, normal boşaltım sistemleri geçerli değildir. işte sevgiliyi hazmetmek o kadar önemlidir ki... yani onun hatalarını, söylemlerini, isteklerini vb... herşeyi katlanabilir olduğu sürece, sevgili midenizde durmaya devam eder.

bu noktada başka bir şey daha devreye girer, o da; doku uyumudur.
siz ne kadar sabrederseniz edin, ne kadar tahamül ederseniz edin, ne kadar isterseniz isteyin... eğer dokunu uyumu gibi bir şey yok ise...
sevgiliyi er ya da geç kusarsınız :)
bunun için üşütmüş olmanızı, hasta olmanızı, bir şeyin dokunmuş olabileceğini falan sebep göstermeyin, dürüst olun... size dokunan sevgilinizdir.

bu kadar...

12 Şubat 2010 Cuma

Ankara'da bir gün....


-çok uzak olmayan bir yoldan, radara yakalanmamak için 90 ile 100 arası bir ortalama tercih edilir. kayseri üzerinden olması ise yeni başlangıçların devamı anlamını taşır...
-ankara'ya gelinir..
-ostime işiniz düşer... uzaktır... aslında içindedir, ama bilmemezlik gelir bulur sizi ve emek ile ostim arasını doğru gitmenize karşın, tedirginsinizdir. google map e yine de şükredersiniz.
- ertesi sabah için program yapılır... internetten telefonlar ve haritalar incelenir. ilk durak emek'e yakın olan iç işleri bakanlığıdır. kuzeninizin ev arkadaşı, iç işleri ile dış işlerini karıştırır ve sabah değerli olan bir saatinizi boşa harcarsınız.... ve iç işleri yapılan sabah yoklamasında kızılayda olduğu ortaya çıkar :)

- istanbul değildir ankara.... istanbul doğu batı yönünde tem ve e-5 kavramları ile ilerlerken, ankara bulvarlar ve kavşaklar şehridir. bir yere gitmenin envai çeşit yolunu bulabilrsiniz. EGO kartı vardır ve çok yerde satılır....
- gidilen kurumların hepsi, 'gri bir resmiyet' havası barındırmasada siz öyle sanırsınız.. çay ısmarlanırken bile, her hangi bir kanunun her hangi bir bendine gönderme yapılacak zannedersiniz... her yerde imzaya hazır sümenler vardır.
- iller bankasıdır sonra ki durak, önce Opera'ya ... ordan Dışkapı'ya gidersiniz... belediyeniz için dosyalar arar... dosyalar sorarsınız ve şanslısınızdır ki, iyi insanlara rastlarsınız... resmiyet yanlızca dildedir bazen... gerisi hoş sohbet....

-Cuma'ya gidilir...

-iller bankası önünde alemdağ, ziraat mahallesi muhtarlığını görünür... birden donar zaman... bir türlü bu iki kelime grubunu bir yere oturtamazsınız. birden çantanızdan not defterinizi çıkartır. 6 ay önceki notlar bulunur ve anlarsınız :)... muhtarlığın adresinin bir kenarına sokak ismi iliştirseniz bir adres çıkacaktır.. yani bir dosta yakınsınızdır... bir cep telefonu numarası tuşlama, belki bir bardak çay ısmarlama telaşına düşersiniz... ama azar işitmek vardır, tırsarsınız :)... kimseyi bağlamayacak bir geleceğe ertelenir bu faliyet ......... hem, daha bir sürü iş vardır... karşıdaki çıkmaz sokağa bakar, yürürsünüz...

-projecilerle görüşmek için iyi yerdir Kızılay... ama illa randevu şarttır elbet... ve olmaz...

-kızılay'dasınızdır, ahmet abi aranır, başbakanlık'ta, sohbet edilir... yemek yenilir... siyaset konuşulur... eee ankara'dasınızdır ve siyasetsiz yemek olmaz elbet...

-Başka bir projeci ile 17.00 ye randevulaşır... ve TCDD genel müdürlüğünde bir başka abimiz ziyarete gidilmeye çalışılır... bu sırada onlarca kez otobüs durağı ve adres sorulur... çok şükür burası ankaradır ve tarif kolaydır. yinede bol bol yürünür...

- TCDD li abimiz, yurt dışındadır... dönülür...

- 17.00 de proje konuşulur... dünyanız değişir.... bu sırada iller bankasına gitmek gereklidir ama iyi haber telefon ile gelir...

- güneş batar...

-Eve gitmeden önce güven park'ta çiçekçilere uğranır, kuzen ve ev arkadaşı için çiçek alınır... milli kütüphane'nin önünden emek 75. sokağa kadar uzun uzun yürünür...

artık yorunulmuştur...

-Eve gelinir... çiçekler kızlara verilir... biri nergiz sever, diğeri papatya...

mutlu edilir... mutlu olunur...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Erciyes Mimarlık...


geçen hafta iyi bişeyler oldu.. yazmak ise bugüne kalmış...

... işle ilgili olarak, eski ve yeni belediye başkanlarına aklıma geleni söyledikten sonra.... geçen haftanın üç gününü şekilde görmüş olduğunuz erciyes mimarlık fakültesi yüksek lisans programına başvurarak geçirdim...

aylar öncesinde yaptığım internet araştırmasında bana en yakın olan iki üniversiteden biri olan erciyesi fark ettim... aslında biraz uzak sayılır ama olsun dedim... ilk başta çukurova diye tuttursamda... sonradan
''zaten bir ayağım adanada diğeride kayseride olsun.. zaten buralarda hayat yok.. dışarı çıkar kafamı dağıtırım'' şekilde başladı herşey...

başvuru için iki günden ilki olan pazartesi günü koştur koştur vardığım da kayseriye, saat 15.30 civarıydı... ama başvuru için gerekli olan ALES in orjinali diye tutturdular, oysa zaten ösym kendi sitesinde yayınlıyordu, notları...
yapmayın hacılar- hocalar... desemde dinlemediler...
her neyse...
bu belgenin ankara bilkentteki ösym merkezi dışında başka bir yerden alınamayacağı ortaya çıktı... bu sırada aramadığım kimse kalmadı ankarada... ama nafile, ve uğraşırken saat 17.00 oldu. böylelikle geri sayım başladı... akşam doğru, ankaraya gittim gece otogara 03.00 de vardım ve saat 7.00 ye kadar otogarda yattım... nasıl gideceğimi bile kestiremediğim ösym merkezine bi şekilde gittim ve apartopar kayseriye döndüm... dönerken şarjım bitti ve şarjı doldurayımderken molada otobüsü kaçırdım :)... Allah'tan muavin sayıyı hemen almışta çok geçmeden ileride durdular ben zor zoruna koşarak yetiştim...sonradan çok düşündüm ki, hayatımda bir molada kaçırdığım ilk otobüstü... kayseriye indim, öz geçmiş... noter... kırtasiye işleri... ve saat 16.30 civarı, son anlar diye bileceğim bir saatte başvurumu yaptım.. tabi bu sırada telefonlarım ve sinir harbi devam ediyordu...

o akşam çiftehana döndüm ve ertesi gün.. ingilizce sınavım olamasına rağmen kabul edildiğimi öğrendim...

ama akıllı üniversitelilerimiz(!) asilen kazananlar için tek bir gün zaman verdikleriden... perşembe sabahı maraton, yeniden başladı... (cuma günü kayıt hakkı yedeklerindi)
daha kasabadan çıkarken beraber otobüsü kaçırıdım (bak burda biraz suçum var) ve elimde telefon ile, otobüsü, merkeze haber vermek suretiyle durdurdum... bir kavşaktan bir kavşağa koşarken, karlı ve soğuk bir havada koşmanın ciğerlerimi nasılda acıttığını, şu an bile hatırlıyorum, yaklaşık yarım saat 'oksijenli' soluma devam ettim...

sonrasında...heryer kara teslim olduğum için herşey dahada stresli geçti..
ilçede otobüsü 30 sn ile kaçırdım...
diğer otobüs normalde 45 dakika geç çıktı...
yolda trafik durdurdu ve zincirsiz geçmemize izin vermedi...
zinciri takamadık ve zaman kaybettik.. zincirsiz devam etmek szorunda kaldık... araba kaymasın diye dua üstüne dua ettim...
niğde de otobüs servisi önümüz sıra gidi verdi ... yaklaşık 45 sn ile onu bir kez daha kaçırdım..
kayseriye otobüs bulamadım...
neyse ki; otogara, diğer otobüsler kalkmadan 7 dakika önce yetiştim... çok şükür bi tane buldum...
kayseriye 15.55 te indim.. fakülteye gitmesi gereken servis, beni üniversiteden uzak bir yere sürükleyince taksiye bindim... taksi kampüsün yanlış yerinden girince enstitüye alakasız bir yerde indim önce bankaya ve sonra enstitüye koşmam sırasında artık ciğerimin yanmasını hissetmez haldeydim...
ve nihayet kayıt yaptırmak için saat 16.57 de binaya girdim ve kayıt alan arkadaşlarla birlikte 17.05 te çıktım...
hayatımda bu kadar yoğun kaç haftam oldu bilmiyorum...
haa!! sonrasında yine koştum zira dönüş için otobüs 18.00 deydi.... otogara otobüsten 10 dakka önce varabildim...
sonrasında eve canımı zor attım...

şimdi en büyük korkum... lisans üstü bu kadar zor başladıysa, acaba yine böyle sürer mi...
eğer böyle sürerse iki aya kalmaz bırakırım valla :)...
haftaya ders seçimi varmış... sonra dersler...
hayatımda yoluna oturan güzel bir hedefim şu an için bu galiba.. ancak günü birlik kalacağım yerleri nerden bulacam bilmiyorum... işimle beraber nasıl yürütecem bilmiyorum... ve daha kim bilir neler çıkacak karşıma....

kalacak yer için, en iyi fikir okul yurdu gibi gelsede.. yurtlar, yüksek yapanları kabul etmiyorlar haklı olarak...

bu hafta ders seçimi...bana kolay gele... umarım bundan sorası daha kolay olur :S... en gıcık aldığım şeylerdendir, başladığın işi bitirmemek/bitirerememek...

yılışıknot: şimdi okulu olduk... anfileri doldurduk... yaşasın okulumuz okul bizim yuvamız...

7 Şubat 2010 Pazar

hiç bu kadar yaklaşmam!... uzakta durmaktır huyum...
öyle olmadı bu kez.
koskoca hastanenin, güvenlik görevlisine yaklaştım. adını verdim... binlercesi vardı o gün orda, seni bulamadım. belkide nöbette bile değildin... acilde de değildin...
bulsam ne olurdu, bilmiyorum. ne anlatırdım, bilmyiorum... nasıl açıklardım orada oluşumu ya da bağlarmıydım bir tesadüfe, bilmiyorum...

hiç yapmadığım bişey yaptım...
yaklaştım...
sıradaki hamlemi bende bilmiyorum...

4 Şubat 2010 Perşembe

GİT


Candan Erçetin-Git [Mutlaka Dinleyiniz 2009 Yepyeni]
Yükleyen yapayalniz. - Diğer müzik videolarına göz atın.


...
...
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...

CEMAL SAFİ