30 Aralık 2009 Çarşamba

saat 20:09 dan, 20:10 a geçerken ki son saniyenin işlevi ile 2009 dan 2010 yılına geçerkenki son saniyenin karakteristik yapısı tamamen aynı iken, işlevleri çok farklıdır...
biri sadece dakika değiştirirken... diğeri yılı değiştirir.

ilginç yani ...

traş

Biri sevecekse sizi, o kişi mahalle berberi olmalıdır. Mahalle berberi gaddardır, az düşünmeye programlı bir yapısı vardır. Aslında az düşünen genelde eli yeni makas tutmaya başlayan çırağıdır. Ve bu çırak, sen küçükken, büyük abileri ve amcaları traş etmeden önce, sende atar acemiliğini. Tahta bir taburenin üstünde, elinde 'klik klik klik' diye ses çıkartan üç numara makinesi ile traş eder.
Bir vitrindeymiş gibi camın dışarıya en hakim noktasına oturtulursun. O sırada berberde ve 8 yaşında olmanın tüm acemiliği iliklerine kadar hissedersin... daha karşı cinse karşı kullanmayı akıl dahi edemediğin saçların birazdan '3 numaraya' kesilecektir. '3 numara' nın , saçının her yerini 3 mm boyunda kısaltmak olduğunu anlamana ise, daha yıllar vardır.

Ve aptal berber en olmadık yerden başlar, alnının tam ortasından.
Yukarı doğru makineyi sürükler
'klik kilik klik'....
buna küçükken 'tren yolu' derlerdi... kendine aynada bakıp, bu maymun halinden, her yeni 'klik klik darbesiyle' kurtulacağını bilsende... bir kaç dakika buna katlanman gerektiğini de bilirsin...

''hadi be adam çabuk bitir''

Tam o sırada... yine küçük olmanın verdiği salaklıktan dolayı anlayamadığın ve birazda mavi önlüğün gölgesinde kalmış sınıfın güzel ve zeki kızı 'vitrinin' önünden geçer. Yanında da biri vardır. Sanki kafanın tam ortasındaki 'tren yolunu' onun görmesi yetmezmiş gibi mahalleden de birini takmış, karşına geçmiştir. Tabureye gömülsende, teşhir standı gibi bir yerdesindir ve artık çok geçtir... Sadece açı bir tebessüm gösterirsin. Onlarsa zevkle kıkırdıyordur.

Yarın tüm sınıftaki en popüler olay senin o anının tarifidir.
'lan sınıftaki tüm erkekler aynı berberde bu şekilde traş oluyor ki' desende, boşunadır.

Evet, herkes öyle traş olur; ama kimse sınıftaki adını bile unuttuğun dünya güzeline yakalanmamıştır.

29 Aralık 2009 Salı

FBI

O kadar ilginç bir askerliğim olmadı; ama iyiydi, hem de çok.
***
Bak bunu yazarken yine fark ettim; aslında bir anımı anlatacaktım. İnsanda yaşadığı anılara dair genel bir koruma iç güdüsü var. Yani mesela ben çok dandik bir askerlik yapsaydım ve bunu bilseydim de, yine de yaşadığım şeylerin hayat kalitesini düşürdüğünü varsayıp gerçeği söylemekten kaçar mıydım sizce.
İnsandaki kabullenme ve kuşatma duydusu yeniden incelenmeli.
***
Başlamışken bitireyim hadi. Askerde bir çocuk vardı. gece nöbete kalktığında -bu da gece 2 ye denk bir saattir- bişeyi merak etmiş ve arkadaşa sormuş.

'' Sence, FBI adına kaç kişi çalışıyordur?''

Ve biz hala bilmiyoruz bu sorunun cevabını.

28 Aralık 2009 Pazartesi

Davşan


yine kasabadayım...
(sanki nerde olacaksam başka...)
bugün otelin ziyafet menüsünde tavşan vardı.
(buralarda çok kişi bu hayvana davşan der, orası ayrı)
jandarmalar bizim ahaliden birini yine av sırasında yakalamış... bakmışlar elinde bir tavşan.
doğru komutana haber uçmuş, komutan dellenmiş tabi. çünkü gece ışıldak ile av yapılınca ,malümunuz tavşanların ışık sevdası yüzünden, insanoğlunun galibiyetiyle sonlanıyor hep.
komutanda...
''alın silahını.. tavşanı da alın... s.ktiredin adamı'' diye dellenmiş :))... adamı tutsa ne kadar tutacak.. her gün yüz yüze bakıyor komutanla. zaten tüfeği alınınca dünyası kararmış adamın.

her neyse...
tavşanda zayi olamasın diye otelin aşçısına getirip akşamına ziyafet verdiriyorlar.. heyallamm.. :)
kaymakam, doktor, belediye başkanları, komutan ve bir kaç kişi daha vardı masalarında...
bu ne pehriz bu ne lahana turşusu anlamadım...
bu durumda tavşan hep kaybeden oluyor ki!... ha ahmetin midesine inmiş, ha komutanın ya da başkalarının...
tavşan olmakta sorun. :)

27 Aralık 2009 Pazar

Aşı olmak ile Aşık olmak arasındaki ilişki....


genel bir gözlem ile, ikisinde bir çok yönden bir birine benzediğine dair kanaatim tamamlanmış durumda.
şöyle ki ; aşı olmakla, vücuda enjekte edilen somut bir sıvıdan bahsederken, aşık olmakla da vücuda dahil olan tamamen soyut bir değer vardır. ama bakmayın soyut falan dediğime, sana yapışır adeta ve sahiplenirsin bir süre sonra.
yani böyle yazınca konuya giredim gibi ama; valla! çok benziyorlar bir birlerine...

aşı olunca örneğin.. istem dışı vücud ateşlenir ve ya bir iki gün kısmi kırgınlık ve halsizlik gözlenir ya hani!... aşık oluncada aynı şey olur hemen hemen; titreme, korku, panik, mutluluk, heyecan vb. gibi kontrol dışı tepkiler... sebebi; iki durumda da bize ait olmayan ve tamamen yabancı bir şeyin bedene dahil olması sırasındaki tepki verme gereğinden ileri gelir. yani UYUŞMAZLIK.

tabiki şimdi siz, aşık olma durumundaki soyut akışkanlığın daha acı verici olduğunu savuna bilirsiniz... ama idaa ediyorum, ikiside aynı derecede ızdıraplıdır aslında. bu noktada aşının gerçekte, onlarca deney ve aşamada incelenerek son kullanıcıya ulaştığını unutmayalım. oysa o aşıyı piyasaya sürmeden önce, ilk deneylerde kim bilir kaç fare sizlere ömür oldu:) ... işte aşık olma sırasındaki tepkimelerin daha ızdıraplı olmasının sebebi; ilk kez ve deneme yapılmaksızın doğrudan denekte/insanda kullanılıyor olmasıdır.
bu öyle bir deneydir ki.... bazen öldürür.... bazen süründürür.... bazen şifalar verir... bazen bilemem ne hal!...
yani, aşının genelde işe yarıyor olması, daha önceki denemelerde tehlikeli kısımların süzülmesi ile alakalıdır. ona rağmen vücud yinede tepki verir...
aşı yeri kızarır...
kaşınır...
ağrır....
***
ve sonra...
ikisininde izi kalır.
inanmıyor musun?... aç kolu arkadaş!... ve bak... şimdi ben değil, sen say ilkokuldaki, orta okuldaki ve ya diğer vurunduğun aşıları gör tek tek. bir mühür gibi, dövme gibi duruyor de mi?... sonra kalbini aç ve bak, aşık olduğun kızlara/erkeklere...
hepsi durur. ilkokul, ortaokul, ergenlik... velhasıl hepsi.
***
hmmm....başka....
buldum!....
ilk aşımızda, bebekken ve ya ilkokuldayken, ağlamışlığımız vardır... sonra büyürken, aşkın aynı şeyi yaptırdığına çok şahit olmuşsunuzdur.

***
ikisininde bünyeye öğretisi vardır. vücudun aşı ile öğrendikleri onu hastalıklardan korurken, aşık olunduktan sonra bu duyguya bağışıklık kazanıp aylar-yıllar boyunca karşı cinse tepkisizleştiğimiz görülür. bu noktada sevmek denilen şeyin virüs gibi değişerek yeniden benliğimizi harekete geçirmesi çok uzun zaman alabilir. zaten aşıyıda ne için vunursanız vurunun, eğer mikrobun/virusün yapısı değişirse, hiç aşı olmamış gibi olursunuz, ama bu değişimde zaman alır...
yani; dünya koşullarında grip virüsünün yıldan yıla değişerek daha önce vurunduğunuz grip aşılarını boşa çıkartması, bir nevi yeniden aşık olmaya hazırsınız demek olacaktır. bu noktada bu iki kavram kısmen çekişir. birisi (aşı virüsü) dış dünyaya bağlı değişirken, diğeri (yeniden aşık olabilme) iç bünyeye bağlı bir değişkendir.
...
...
...
valla... sanki daha vardı da... unuttum gibi...
ama gayet ortak yanları var bence...

bu örneği çok kişiye vermişliğim vardır. aklımdayken toparlayıp, yazim dedim :)...

26 Aralık 2009 Cumartesi

uzak


bak! bugün cumartesi...
ve insan bazı imkanlarını özlüyor...
Yani Alpi ile Hülya'nın bizi alması vardı arabayla, Onur'un laf sokmaları olurdu ve bir belediyecinin eşliki...
keşfedilmemiş kahvaltı mekanlarını arardık, birimiz muhalefet ederdik illa ki :)... hiç bişey çıkartamazsak yenilik adına, kesin Beşiktaş'ta tavla atardık.

25 Aralık 2009 Cuma

Gece Gece E-90

uzun bir yazı olsun istemiyorum... çünkü acayip işim var... ikindiden sonra yattım, göya çizim yapacam, ama bi türlü başlayamdım...
uyandım yemek yedim, sonra da görevimiz teklike-3 ü izledim. film izlemeyi bile özlemişim,valla. ne zamandır izlemiyordum bişey..
bu arada filmde kızı esir alıyorlar, son sahnede de öldürüyorlardı... acayip moralimi bozdu... neyse ki ölmemiş kız.
..
...
evett.... saçma bir giriş ile lafa yine GİREMEDİM.
neden? ..
çünkü giriş söz konusu değil...

***
dün enişteyle niğde ye gidek dedik, gelişte E-90 yolu kapanmış.. dağlar daşlar yağmurla yol almış yürümüş... velhasılı yol kapalıydı... olay yerinde komutanlar.. kaymakam... ilçe belediye başkanı falan hepsi birden orda... tabi küçük yer olunca devletin ne kadar adamı varsa oraya toplanmışlar. kayseriden bile ekipler gelmiş; ama sadece bir kepçe çalışa biliyor. çünkü yer dar... bu durumda bu kadar tan-tanaya ne gerek varda 20-25 araç toplanmış anlayamadım. ayak üstü kaymakam ve başkanla tanıştım. kendimi tanıttım falan...
buralarda kime kendimi tanıtsam iki tip tepki geliyor.
birinci güruh... özellikle teknik kurum ve kuruluşları bağlamış ve işini kendince yürüten grup... ''sen de nerden çıktın'' diye bakıyor...
bir diğeride.. .'hoş geldin..sen gibi teknik elemanlara buralarda çok ihtiyaç var'' diye sıcak bir hoş geldin sunuyor...
kaymakam ve başkan için ise tam bi fikrim yok şimdilik. ama dün geceden sonra haber aldım, geldiğimi yeni duyan bağlı bulunduğumuz ilçe başkanının pek hoşuna gitmemiş gibi... ona neyse benim gelmem...
...
dün geceden bahsediyordum... kepçe işte... çalıştı tüm gece bizde indik yol kapalı olunca şöyle bi dolandık. itfaiye memuru bile vardı valla... bide soğpuk ki hava sorma gitsin... baktım 112 elbiseli birileri de var önce ...''noluyoz... birine bişi mi oldu'' dedim ama... sonra 20 alakalı alakasız devlet aracı görünce bununda tedbir amaçlı geldiğini anladık artık...
bende garibim yani... devlet görev edinmiş karayolunu açmak için herkesi seferber etmiş... ne diye laf söylüyorsam...neyse...

gecenin bir yarısında sarı ceketli bir bayan gördüm... boyuda maşallah, uzuncana... böyle nasıl derler, hoş biri... acil falan yazıyordu üstünde. araçların ışığında yüzü geldi gitti bi...
sonrası yok...
hani derler ya gecenin karanlığında kayboldu ... ha işte ondan... ya doktor, ha hemşire ya da onu gibi bişi. yazık, soğukta onuda orda tutuyorlarmış.
bi ara duydum 'acil gitsin.. doktor gitsin' diye bişeyler... kaymakamda dursun diye ısrarcı oldu. sonra ne oldu bilmem...

biz izin isteyip ayrıldıktan sonra.. karayolları gaza gelmiş kayaların sürüklendiği tepeye dinamit atmış :) ... bu tip şeyleride merak ederim hep. kim karar verir acaba bir tepeyi dinamitle yok etmeye.

- süleyman... şurdan şöle kepçeyle alın.. sonra şurda bi silindir gezdirin... sonrada kamyonla molozu şuraya atın...sonrada....
+ amirim... izin verin dinamit atalım.. (gözü dönmüş personel)
-süleyman!! dediğimi yapın..gerek yok dinamite...
+ amirim geçende de öyle yaptık yine kaydı tepe... izin verin kökünden halledelim..
-süleyman !!!
+ tamam amirim, ama bakın demedi demeyin...

böle bişey her halde :)... sonra açılmış yollar tabi ki. buraların en güzel yanı. devletin imkanlarının senin imkanın gibi yardıma koşa bilemesi... yani şehirde kim kime dum duma... burda öyle değil, bi şekilde lazımsa; mesela kamyon, kepçe,itfaiye, şu-bu hemen geliyor. belediyenin olmuş, karayollarının olmuş, hastane ya da orman bölge müdürlüğünü olmuş çok önemli değil. yeter ki lazım olsun.
sonra otele geldik... gelirler dairesi müdürümüydü neydi, onla tanıştık. satışa çıkan arsalar... ihaleler... kaplıcanın geleceği ve diğer bi dolu konu... sonra kaymakam geldi otele. vs..vs...
***
istanbuldan birde iş var elimde, bahsettiğim çizim işide o zaten.... yaparsam biraz da nakitim olacak... ilk iş bir yazıcı ve adam gibi bir ofis sandalyesi almak ... tabi bunun için çizime başlamam gerekli.
bu arada yüzesim var... ama çizim bitmeden havuza gidemeyeceğime dair yasak getirdim kendime... :S
..
..
keşke dinamit atılırken orada olsaydım :)

23 Aralık 2009 Çarşamba

fanus


birini hayal edin...
unutkan olsun... böyle... nasıl derler mütemadiyen her bir kaç saatlik dilimi unutan biri ...
bir bataklıktan geçiyor olsun... hani şu filmlerde görülen..heleki çizgi dizilerin abartısındaki gibi, elleri ve kolları olan ağaçlar içinde olsun bu adam... her bir kaç saatte çığlıklar atsın mesela...

bir adam hayal edin...
bataklığında güneş görünmesin.. bitkiler, protein ihtiyaçlarını hayvanları sindirerek temin ediyor olsun ve bu işi abartsınlar yine... mesela baykuşları ve yarasaları tuzağa düşürmeye çalışsınlar, bunu yaparken ise hem cinslerine ihanete hazır yarasaları kullansınlar. kötülük ile karınları doysun...

bir adam ve bataklık hayal edin... sinekli ve örümcekli iğrenç mekanları olsun.... ama aynı anda kubik olsun... sinekler kare olsun mesela... taşlar, piramit şeklinde.. ama en ufağıda en büyüğüde pramit şeklinde... karanlık dereleri olsun bataklığın... dere bile unutkan olsun ama... mesela dere bir saat aksın, yarım saat akmayı unutsun, ama sonra yine aksın... sonra yine unutsun... sorna yine...

unutkan bir batıklık hayal edin... içinde adam olsun... yapraklar sonbaharda da... ilkbaharda da hep düşsün... ama aynı anda yeşersin.. ama yeşil olmasın... her yaprak kuruyacağını bilircesine sarı ya da turuncu çıksın, kuru olsun, düşmeye alışık olsun... hazır olsun.

turuncu yapraklı, unutkan, içinde ise daha unutkan bir adam olan etcil bir bataklık hayal edin... rüzgarı olsun... çok önce ölmüş leşlerin kokusunu taşısın... belkide bu leş ile ağacın yapraklarını kurutsun... rüzgar, içinde örümcek ağları olan demir gibi ağır hava kütleleri taşısın... her dala tutunsun ve tutsun kubik sinekleri. çakıl taşlarının pramitliğine firavun etsin sinekleri... belki ölü sineklerin sayısınca çakıl taşı olsun...


iğrenç... unutkan... pis... garip ....bir bataklık veya bu bataklık gibi olan bir adam hayal edin...
sonra....
sonra durun....

bir kız hayal edin... en sarışın öpüşkenliği olsun mesela ve uzun olsun ve beyaz ... güneş gibi parlak olsun.... mavi olmasada olur, gerekirse kahverengi kahverengi gülsün... yüzünde çukurları. birileri ona gamze desin... uzun saçları perdelesin güzelliğini... bakılamasın bir kere de yüzüne.. peyderpey... sindire sindire aşık olunsun...

ve adam kendinden utansın... ve anlasın... ve yeşersin...


ironik, çelişik bir bataklık ya da onun gibi bir adam hayal edin ...
....ama içinde bir fanus...
.... fanusunun içinde bir dünya güzeli olsun...

22 Aralık 2009 Salı

7396

sıfır

şu sağ alt köşede sayfa numaratörü var ya... tek başıma sitede olunca 1 rakamı çıkıyor normal olarak...
geometri sorusu gibi hani...
mesela;

''şekildeki üçgendeki a kenarı en az kaç olabilir''

derlerdi ya... bizde diğer iki kenarın farkından küçük olamayacağını bilip, ona göre soruyu çözmeye çalışırdık...
şimdi de bu numaratöre taktım... en düşük ne olabilir sorusunun cevabı 1 . yani ne yaparsan yap, en az 1 olur... çünkü sayfandaki o numaratörü gördüğün an, sayfan zaten açıktır ve sayı birdir. acaba ktunnelden ve ya vtunnelden girersem yine 1 çıkar mı...
denemek gerek...

sıfır yazdığını görmek istiyorum.. ama sanırım imkansız...
neyse derdimiz bu olsun...

18 Aralık 2009 Cuma

Çarmıha Geriliş'ten Ayrıntı

Ah Muhsin Ünlü, Gidiyorum Bu.... şiir kitabından,

Annemi özledim. Özlemi anniyorum. Anlıyorum. Zenit bana ne söylediydi, hatıralanamıyor. Kurumlar ve kuramlar beni anneme özüyor. Bende şiir yazabilme kaabiliyeti varmış, öyle söylüyorlar. Ne dediğimi bilmemek istiyorum. Hakkımı aramamak istiyorum. Boş başıma dolaşmak istiyorum. Sosyalleşmek istememek gibi bir hak tanınmak istendiriliyorduğum. Sahipsizim. Sonra sokakta dolaşırken her şeyi rasyonalize etmek durumunda kalıyorum. Bazı kediler rasyonalize olmak istemiyorlar. Annem rasyonel ne demek, ağlamıyor. Kendimi bana bırakmak istiyorum. Annemi özlediğim için kızlardan uzak duruyorum. Kızlar bana yaklaşmakta zorluk çekiyorlar. Köfteci de öyle. O da bana yaklaşmakta zorluk çekiyor. Canım akşamları daha çok sıkılıyor. Annem daha çok. Akşamları hava siyah oluyor. Havaya bakıyorum. Hava bana bakıyor. Bana salık verilecek sevgiliyi doğrudan reddetmek durumundayım. Kızlar bana önem vermemek konusunda tutarlılar. Köfteci de öyle. O da bana önem vermemek konusunda tutarlı. Annemi özleyince, annem yok ya hani, böylece Hayati'ye bakıp, Hayati'ye bakıyorum işte. Yani şey oluyor. Hayati benim hayatımda etkili bir yere sahipmiş ben de hani Hayati'ye bakıyorum ya, hah, işte Hayati'nin yani şey.

Sonra dışarı bakanca bir küçük irrasyonel kedi görüyorum. Kedi bana aç aç bakıyor. Ben ona artık annemi özlediğim için konuşmamak istemediğimi ancak rasyonel anne kedisiyle gidip gitmesini işte istedim. Kedi bana bakıp gitti. Ben gece korkunca istemediğim kitaplar okuyup anlamadığım annelere saygı duyuyorum. Ataya saygı hamurumun içinde varmış. Benim hamurum orda. Annem beni sevip özler. Ben de böylece yanlızken annemi düşünüp irrasyonel kedi gibi annemin peşinden gidemem. Sonra annemi de rasyo... Neyse...

16 Aralık 2009 Çarşamba

-biraz daha brokoli... +suyundan da lütfen..- tabi


günlerdir aralıklarla yağmur yağdığından ötürü evde olağan üstü hal var... ev su-mu almıyor fazla ama.. su bu!... uslu duran bişi değil...
bakmayın siz, barajlar yapılıyorda suyu kontrol altına alıyoruz falan.
kısacası şu,

-penceremin önündeki kitaplarım ıslanmış... küf kokan okuma günleri beni belkiyor.
-mobilyacı hala eksiklerimi tamamlayamadı ve ben 20 gündür kendi evinde göçebe yaşıyorum...
-her yer her de, ev kalk gidelim diyor... ahali gergin... iş bitmiyor... bitmedikçe yerleşemiyoruz.

bu şey günlük gibi oldu..
çünkü hayat kontrolümün dışına çıktı tamamen :)herşey akıyor ölece, ama takmıyorum...

ayrıca hiç olmadığı kadar araba almak istiyorum... bunu hak ettiğimi düşündüğüm basit sayıla bilecek dilek ise maddiyata gidip dayanıyor...

bu arada çok alakasız gelebilir ama...
blogları okuyorum... hiç öyle aramızda multi zengin falan adam yok... çok şükür hali vakti yerinde olan gurup bi hayli var gibi, blog camiyasında ama...
bir günden bi günede..
yok holdingimde bu oldu... yok yine Çeşme'den Sakız'a yatımla geçtim... fabrika da bu kadar adamı işe aldım falan... :)
evet kusura bakma arkadaşım, bu günlerde kafam fena halde paraya takılmş durumunda... örneklerim, tarzım, şeklim şemalim... hepsi bi şekilde paraya dayanıyor kafamda...
borçlar, ihtiyaçlar falan filan işte...

aslında para beni hiç sevmedi, ben ise ondan nefret ettim ... bakmayın arada çocuklar var diye katlanıyoruz hani...

yakın zamanda adana ya olmadı ankaraya gidiyorum diyorum... neden?...
çünkü hali hazırda burda henüz çok çok anlaşa bildiğim dostlarım yok...

o da bişi mi... otel için çizim yapıyorum; parayla iş yaptıracak, çizimden anlayacak, lan hadi çizimide geçtim, anlattığımı anlayacak, malzemeyi tanıyacak adam yok ortalıkta. ( bu kadar virgül kullanımı kesin yanlış olmuştur...neyse..)
deli olacağım yemin ediyorum. herşeye takmış durumdayım. ortalıkta şen şakrak dolaşıyorum ama içim kendi kendini yiyor. Allah var, yan gelip yatsam kimse bişide demez. çünkü bu buralarda normal bişey.
bu arada daha resmi olarak bi işim yok. encümen, kaymakamlık.. şimdi de iç işleri bakanlığı... resmi prosedürler konusunda kaplumbağ ile yarışıyor ve kaybediyoruz.

bak ne oldu bugün; biri geldi bi evrak istiyor belediyeden... izaleyi şuül falan yazıyo tapusunda.. bu hatırladığım tek kelime, evraklar arasındaki. daha bir yığın acayip isimli belge ile gelip benden bir onay istedi...
lan, daha memur bile değilim. ben ne onayı verecem diyecem.
adam; 'öyleyse niye duruyon belediyede' diyecek
abi dışarı acayip soğuk ondan... diye bilirim diye düşündüm :)...
evet komik...
yeri gelmişken, hayatımda hiç işsiz kalmadım, şimdi bile çalışıyorum, ama para almıyom o ayrı, bu durumda parasız kalmam an meselesi..:S
bak yine 'para' dedim...
kendimden tiksiniyorum. ama napim...

bu eblek yazıyı okursam aylar yıllar sonra direkmen hatırlayacağım bir garip piskolojideyim...
bu arada... hala scan alamadım... malüm sebepler... çizimlerimin fotosunu çekip koyuorum ama ondanda sıkıldım... çünkü çizdiklerim bişeyede benzsemiyor artık.

annem nazar deydi bize diyor. ki kesinlikle katılıyorum. bu kadar becerikli (!?) insan arasında durmak bize yaramadı sanırım. ne yapsak göze batıyor. 20 gün önce bir kümes yapayım diye bahçede yer açtım. milletin lafına kaldık. kümes hala yok ortalıkta... topu topu üç saatlik bir iş tahta çakmak ama olmuyor işte.

bu mevcut durumunun en iyi yanı ne biliyor musunuz?...
..
..
..

lütfen biliyorsanız bana yazın :)

anne yan odadan ışık sızan evladın odasına doğru seslenir...
-ismail yat olum, sabahları kalmıyon sonra

+ tamam anne yatıyom.
- bırak o internetle oynamayı artık
+ (oynamak mı:S) tamam anne.

şu linki açarsanız... mustafa keser'den bir kara kaş sende var... parçasını dinleye bilirsiniz...
bu denli alakasız bir yazı ancak böyle bir son gider diye düşündüm...
hepinizi saygıyla selamlarım...

ismail...

15 Aralık 2009 Salı

Halis Bal

adı Halis, soyadı Bal olan...
memleketin en organik, en doğal, en hormonsuz adamının ismi olsa gerek...

- isminiz
+ Halis Bal
- aaa.. ne kadar da tatlı ve doğal

bunun ingilizce versiyonu olur mu ki :)

13 Aralık 2009 Pazar

Partly Cloudy

demin dışarı çıktım... yağmur durmuştu... hatta gökyüzü yıldız doluydu... birden bir yıldız kaydı. başımın üstünden karşı tepenin üstüne doğru. refleksif olarak birşey dilerim bu tip durumlarda her zaman. yani ne zaman bir yıldızın kayışına denk gelsem, mutlaka ama mutlaka bir şey dilerim.
işin ilginç yanı şu ki, bu sefer bişi dileyemedim...dileyecek hiç bişey yokmuş gibi...
inanamadım kendime.

ya her dileğim olmuş bitmişti, yani iyiydi herşey... ya da gereksizleşmişti dilekler...
**
karar verememezliğim eşliğinde,
yıldız boşu boşuna kaydı ve gitti...

12 Aralık 2009 Cumartesi

şok

hiç sarhoş olmadım.. hiç bayılmadım... kendimi hiç kaybetmedim...
**
içkiyi unutmak için içenler oluyor. bence bir hata var burda...
bir kalbin durması gibi yani. o kalb durduğunda doktorun şok vererek hayata döndürmesi gibi...

beyinde aynı bence, tekrar hatırlarken, unuttuğu herşeye şok vererek tekrar çağırıyor.
şarhoşken unutulabilmiş herşey, ayılmaya başlarken ızdırap dolu bir halde ve yoğun enerji yüküyle tekrar belleğimizdeki yerini alacaktır.

beynin işlevlerinden biri olan 'bilgiyi depolaması' rolünü terk etmesini beklemek; onu öldürmek demekse, ve beyin kendisinin ölümüne izin vermek istemeyecekse, size acımaksızın durmadan şoklayacaktır.

zaten insanı zorlayan en önemli durum; kendisi ile çelişki içinde olması durumudur...

ölü çeker

böyle değildi sanki hayaller...
**
yavaş yavaş aklıtığından olsa gerek, bulutlar kan kaybederek öldüklerinde size hazır, çimlenmiş dünyalar bırakıyorlar...
buna fedakarlık diye bilirdik... ama bunun bilinçli olması gerekirdi o zaman... belkide bilinçlidir, bilemiyorum, hiç bir bulutla konuşmuşluğum yok.

penceremende son 48 saatir yağmur yağıyor... bulutlar dağları aşayım derken kim bilir kaç tanesi üşüyüp bu topraklara gömüldü, sayamadım.

zaten burda herkes bilir, buralar ölü çeker... her kırsal gibi aslında...
insan gider...gider ama
her nereye giderse gitsin, cenazesi buraya gelir. köyüne ... kasabasına... anlayın yani memleketine. burda cenazeye/mevlüte katılmak haftalık olağan bir seramoni gibidir. istesenizde istemesenizde birileri durmadan ölür. şehirlinin düzeni bozulmasın diye, köylü uğraşır cenazelerle. bu da bir görev paylaşımı zannedersem.

bugün ben bile o kadar çok öldüm ki... sayamadım...
buralar sahiden ölü çeker! her kırsal gibi. bakmayın ben diriyken geldim. o da benim acayipliğimden olsa gerek.

tek kullanımlık saat

11 Aralık 2009 Cuma

Lal, Gül, Döl

Ah Muhsin Ünlü, Gidiyorum Bu.... şiir kitabından,

Lal, Gül, Döl
've damarlarımda akan toprak'

Bir sırrı vaktinden önce saklayıvermişim
Cümle coğrafya ve dahi dağları sıkıntı basmış.
Ben artık sürekli hançerlenirim
İki tiren öpüştü mü kondüktör yanar?

Ah sen bana bakma tiyatrolarımı taşra tertibler
Benim anlattıklarımla biraz heterodoks kaçabilir sevgilim
Yani hükmetsene aksine ki, bir bin yıl sırtımızda
paklanmayacak
Ve Allh'ın İsa isminde bir sevgilisi yok!

Evet bugünlerde biraz siyaset ehli çocuklar olduk
Mesela bundan böyle senin adın Petrus olsun sevgilim
Ki bir ağaca teşekkür etmek için davranıyorumda bazen
Oluk oluk pantalonlar devriliyor kanatlarıma

Ve şimdi ben sevgilim
Sana beyaz renginde çoraplar temizliyorum
ağlayarak.
Ve lal ve gül ve döl, ' ve damarlarımda akan toprak'
Ve sonra eczama saplanan o tersinden lunapark
O kült, o hırkalar

Ah nasıl da lezetli asalar birikiyor kirpiklerimde
Ve koopeatifler boyu gül koklayan beynelmilel Varakalar!

gidişini başka türlü açıklıyamıyorum...

5 Aralık 2009 Cumartesi

denge


birinin 'mutluyum' dediğini duyarsanız; o kişide derin mutsuzluk emareleride aramalısınız.


çünkü; hayat ancak bir dengeden ibarettir.

4 Aralık 2009 Cuma

kavga

insanlar aşık oluyor ya hani bazen. ansızın, hiç istemezken, tökezleyip düşüverir gibi... kaçarken hatta...
işte kavgalarda öyle...
bazen hiç istemeden, hiç hesapta yokken, incir çekirdeğinin dolmazlığında ve en olmadık anda. göz göre göre gelen freni patlayan kamyon gibi...

kavgalarda/nefretlerde aşkın negatif hali olsa gerek; ama yine o denli etkili...

elden ne gelir.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Yanılgı / Her gerçek, virüs gibi değişken

CD denen aletin ilk kez takılmasıyla karşılaştığımda ne olduğunu anlamam uzun sürmüştü.
'İlkti'.
sonradan alışıyor insan, hani.

bir zaman bir şey çizmiştim.. adı 'marjinal imalat'tı sanırım... şöyle bişey demek istemiştim orda
''hayatta bir şeyin nasıl gerçekleştiğinin anlamsızlığına takılırsınız. imkansız ,olamaz; dersiniz.
örneğin pramitlere bakıp mümkün değil der; uzaylılar icat edersiniz...
oysa o şey yapılmış ve gerçekleşmiştir; hem de uzaylılar diye bişey henüz dünyaya ayak basmamışken.''

işte bu garip hayat.... öyle bir şey ki; dünya var olduğundan beri nasıl basit bir grip virüsü durmadan değişerek ve yenilenerek karşımıza çıkıyorsa, ama adı hep 'gripse'...
işte biz binlerce yaşınada gelsek 'biliyoruz' dediğimiz şeylere bakıp bakıp tekrar yanılıyoruz.
babalarımız...
annelerimiz...
ve diğer tüm büyüklerimiz gibi..
sanırım öğrenmek diye bişey yok... tekrar eden gerçekleri önceden tahmin etmek ve onlara karşı tedbir almak var...
aşk... para... insan ilişkileri... öğretiler... iş deneyimi... hepsi buna dahil zannımca...
'zannımca' dedim... çünkü biliyor gibi davranmak istemiyorum.

neyse...
CD ile başlamıştım...
Bazen CD çalarken başka bişey oluyor... ben yine takıldı sanıyorum.
şimdi hangi 'biliyorumdan' bahsedeyim...

'çok şey' koca bir yanılgı (ve yine çoğu tekrar eden)

ve bu da bir yerde insanı korkaklığa itiyor... yazık!


hayatta en çok ne yapmak istersin?
sorusunun cevabı, sanırım şöyle bişey…
Tüm sevdiklerimi ve misafirlerimi rahat ettire bilecek kadar büyük bir evi olan (5 tane otel odası gibi mekanı olan bir ev düşünüyorum) koca bir çiftlik hayal ediyorum. Yani mesela o yaz, okul arkadaşlarım, akrabalar ya da alelade tanıştığımız kişiler bana gelsin istiyorum, yiyelim, içelim, muhabbet edelim…
ne olur yani…
misafir iyidir hem.
Zaten herkes şehirden bıkmış, gelecek adam bulmakta kolay olur hani :)

Resme bakarsak…
Burası Maden Köyü.
Adını hak eden bir köydür; altın başta olmak üzere çok çeşitli madenler çıkartılıyor, hemde Osmanlı zamanından beridir. Bir gün madenin içine girip, izlenimlerimi yazmak istiyorum buraya…
nası bi yer acaba...

Bu köyün, Bolkar dağları ile garip, güzel bir manzarası vardır ve sizi çeker… yazın buradan yıldızları izleye bilirsiniz. Dev,pürüzsüz, tek parça ve yıldızlarla dolu bir gökyüzü … ve birde yıldız yağmuru varsa o gün, sevgilisiz/eşsiz gelmeyin derim… tabi sevgiliyi/eşi ,arabayla da olsa, 2500 metreye çıkartmak ne kadar akıl karı oda ayrı hani :)… en iyisi bir bahar günü piknik organizasyonu ve ardından akşam olmasını beklemek…


Burası bizim yan bahçe… resimde, biri kısmen kamufle olmuş iki tane tavşan var. Bu hayvanlar o kadar çok yerler ki… anlatamam... ve o denli çoğalırlar ki....üff
bu sebeple bizim ağaçların geleceğinden bile şüphe ediyorum.
Zaten hala garipserim, insanların kız arkadaşlarına yavru tavşan hediye etmesini… ben kız olsam almam valla :)
Bir de tiz çığlıkları vardır ki bunların , nerdeyse kimse duymamıştır. Ben duydum, ama umarım bir daha duymam…






Burası, rahmetlik Dedemin bahçesi… saolsun, severdi bizi
‘’Benden sonra Kızlarım gelir, İsmail gelir bahçeme’’ derdi. Ee, bilirdi tabi kim bakar kim bakmaz… burada bahçene gelip ürün toplamak memleket meselesi gibidir. Toplamaz isen ayıp olurmuşmuşmuşşşş. Bizimkiler böyle dedikçe inadına toplamayasım geliyor ya... neyse...

sana ne kardeşim benim ağacımdan...ister toplar, ister ağacı ateşe veririm... buranın en büyük saçmalığı zaten..
''el alem ne der''....
çok da tın! yani... ne derse ne der. önce adam olsun karşıma geçsin hele.

bazen hiç gelesim olmasa da… naparsınız 4 çocuk 13 torundan ben, babam ve annem geliriz bi tek. Kuzenler sevmezler pek…
‘’Ah bide bahçeler büyük olsa da geldiğimizde deyse’’ diyorum. annem kızıyor. Başlıyor tapu kadastro geçerken hile ile ellerinden alınan bahçeleri anlatmaya, memleketin bi başka klasiğidir zaten bu tapu-kadastro olayları… artık gülüyor geçiyorum…
Bi şey daha…
Bu resmi görünce
Kız kardeşim çok kızdı…
‘’neden takım elbisenin pantolonu ile gittin… sen niye kendine dikkat etmiyorsun… her şey her yerde giyilmez… niye pasaklı gibi davranıyorsun… ya yırtılsaydı…vs..vs..’’ diye :)
Hak verdim…
Öpüştük, barıştık …

Mezarlık

Memleketinizdeyseniz ve bayramsa, mutlaka mezarlığa gidilir. Buralarda arefenin ikindisindedir bu uygulama.

Gerçi o değil diyeceğim, kısaca şudur ki, memleketinizdeyseniz ve mezarlığa gidiyorsanız yerin altında yerin üstündeki kadar akrabanızın varlığına şahit olursunuz…
Çoğunu tanımasanız da…
Yıllar geçmiş ölümlerin ardından ağlamakta bir gariptir…
Bi de memleketin her yanına yayılmış ve adı bile duyulmamış köylerde bile var olan Şehit Mezarları.. burada bile iki tane vardı. Annem onlar için çok ağladı; birisi birkaç ay önce vefat etmiş ve bizim uzaktan akrabamız…
Bende ağladım galiba… ya da yalnızca nemerdi gözlerim… bilemiyorum
Ama üzücüydü…