30 Haziran 2010 Çarşamba

buruşuk gömlek

okuldan eve gelince, özellikle lisedeyken, o beyaz, ütülü okul gömleğini çıkartıp buruş buruş olacak şekilde bi yerlere atmak adetimdi ... severdim bunu.

sanki hiç sabah olmayacak, hiç o gömleğe ihtiyaç duyulmayacak, o buruşukluk hiç can sıkmayacak gibi...
ama sabahleyin o gömleği bulur giyerdim, sinirle.

sonuçta sabahlar oldu... hatta tüm okullar bitti... o gömleğe hep ihtiyaç duydum...hep canımı sıktı buruşuk gömlekler...

ama bugün... işten gelince gömleğimi paçavra gibi atınca anladım, insanın huyu pekte değişen bişey değil...

29 Haziran 2010 Salı

ilk gün...


''deniz kıyısında bir martı ile konuşurken görüyormuş dostlarım beni sürekli'' diye başlar
volkan konak'ın bir şiiri...
devamı ise bir anneye, karadenize ve yer yer sevgiliye duyulan karşık bir sitemi barındırır...
***

sabır ilginç bişeydir arkadaş... öylece beklemek insanın sinirlerini bozar önce, kontrolü kaybetmeye başlarsınız. yaptıklarınız sizin yaptıklarınız değildir çoğu zaman ve dikkatiniz dağılır.
ve beklemek ne demektir... bir gereklilik mi yoksa kendinden verilen bir ödün mü?

Örneğin bir ağaçta olgunlaşan meyveyi -mesela elmayı elma yapan- biraz sabırken, tüm bu sabrın sonunda iyi bir elma yiyeceğinizin bi garantisi de yoktur. elmanın içine kurt girmiş olabilir, soğuk vurmuş olabilir, tadını bozan herhangi bişey olmuş olabilir yada ne bileyim son gün toplamadan hemen önce dolu yağabilir...
beklemek bi yerde tehlikelidir. boşa bir çabanın göstergesidir beklide....
tüm buna rağmen beklersiniz... hayatta her zaman bunu yapmaya mecbursunuzdur. doğa buna alışıktır ve bu kuralların istisnası da yoktur. yumurta 21 günde civciv olur. 19 da değil. ama iyi bi yanıda vardır ki 23 günde sürmez. yani kurallar bizi yönetirler, biz farkında bile olmadan.

hayat herşeyi size vermeye hazır...

ama sizin sabrınız var mı...
***
bugün... tamda bugün.... ilk gün...
hayırlı olsun...

20 Haziran 2010 Pazar

Ama ne zaman?

Devrimler can alan dönemlerdir. birileri ölür, dünya değişir.
bu tarihin mürekkebinin kandan olmasıyla mı alakalıdır, yoksa tarihi kanla yazanlar daha da okunur bir geçmiş mi emanet eder de, biz bu kırılmaları okumakta zorlanmayız.

Ülkem ve milletim ,belkide her millet gibi, acılar çekti. Şimdiler de satır aralarına sıkışmış 'vatan saolsun'larımız var. kim öğretti bu kısa cümleyi ve biz neden bu kadar çabuk öğrendik?.... ya da yine hamurumuzda mı vardı? Bu yarı gurur içeren ,ama dışardan bakılınca birazda boş olan tarzımızda...

Bir zar atar gibi yaşarken... o istediğimiz 6 sayısı acaba yok mu bu zarda. ne yapsak olmuyor, bir daha bir daha denerken bişeyleri... hep aynı biraz buruk, biraz gururlu, biraz ilginç, acınası, belki manasız olan kabullenmişlikler...
***
bi yerden sonra insan nefes alıp vermesini bile sorgulayabilir zindanda... neden, kesmediğini bileklerini, neden bir yolunu bulup bir ip edinmediğini...

Esaret Bedeli'ndeki gibi, bir gece ansızın kaçıp kurtulacak mıyız bu zindanlardan... yoksa bitecek mi bu hiç bitmeyecek gibi duran ruhsal ızdarap hali, hapis hali... bu sırada, çaresizliğin bile birilerinin ekmeğine yağ sürüyor olmasıda kötü tabi ki.

ne önemi var Ölmüşlerimiz için tiyatroların... güzel, yeni çekilmiş bir reklam filminin, memleketinde olgunlaşmaya durmuş kirazın, elmanın ya da bir yıldız yağmuru görselliğinin...

ölmekte değil hani, asıl sorun.... daha çok, adam gibi sebeplerle ölmek istiyor insan ve de bunun bir sonu gelsin diye düşünüyor...
ama ne zaman... nasıl???

17 Haziran 2010 Perşembe

kader

seninle tanışamayışımızın birinci yıl dönümü...

ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım...
kaderin, tasarladığı şeyleri gerçekleştirirken enerji harcamaması, onun için ne büyük bir avantaj! ...


13 Haziran 2010 Pazar

Belediye Anansu Tadında Hatırlatma....

bu hafta içerisinde ciddi bir çalışma yaparak, iki dersine ait ödevlerini teslim edemez isen- zor şartlar altında devam ederek- dönem sonuna getirmeyi başardığın derslerinden kalacaksın...

önemle duyurulur...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Adı, Selami Olan Bir Üçgen Hayaledin...


Evet...
tamda öyle bi şey hayal edin...sonra sıkılmadan, adı Nurten olan bir daire... (elbette yuvarlak hatlara sahip olmak bir bayanın hakkı olacaktır)
bunların varlığında, birleşiminde var olan ara kesitler olsun...
annesinin eğri kısımlarını, babasının çizgiselliğini taşıyan bir çocuk.... Osman mesela... ya da Hatice gibi bişey olsun...

ve biz eşitlik, doğruluk gibi ya da kıymet verme gibi bişeyi öğrenelim... o geometrilerin adı, A üçgeni ve ya C dairesi olmasın, bir kimliği olsun...
***

işte insanda belki Adem ile Havvadan bu yana gelen ve içinde saf geometrilerin bozulması ile -yani ara kesitlerin varlığı ile- durmadan değişmiş kişileriz biz..artık hiç birimiz gerçek bir daireyi ya da kareyi andırmıyoruz... amorfuz belki...
isim vermiyoruz artık... 'şoo çocuk'.. 'bizim çoban' şeklinde, bu amorfluktan gelen kimliksiz çağırmalar var hayatlarımızda...

***
saf olan... net olan... kimliği olan insanlar hayal ediyorum...
ve ben
amorf olan her yanımı kesmeye hazır biri olarak... kare olmak istiyorum...
...
adı ismail olan bir kare hayal edin... her yerde kullana bileceğiniz...