30 Eylül 2009 Çarşamba

1 ilişki = 57 kuruş‏


bizim ofisteydim yine... buz dolabının kapağıdaki gözlerden birinde bir asprin kutusu gördüm... hep görürdüm zaten ...
ne hikmetse elime alıp bakasım geldi... bir ilaçta ve ya gıdada baktığım ilk şey olan üretim ve son kullanma tarihini aradı gözlerim...
buldum hemende ... Haziran 2007 yılıydı üretim tarihi.... son kullanma tarihi ise Haziran 2010
birden durdum yine ...
bir arkadaşım anlatmıştı, biriyle tanıştığını.. görüştüğünü ..sevdiğini...
işte bu olaylar 2008 yılı başlarında bir zamandı...
çok iyi günler yaşadı...sevdi... sevildi... sonra bişeyler ters gitmeye başladı ..üzüldü..üzdü ..yordu.. yoruldu...
en nihayetinde Haziran 2009'da /1.5 yılda ilişkisinin tamamen bittiğini söyledi ...

garip?!!
iki insan tanışmazdan evvel bu aspirin vardı mesela...
tanıştılar ...aspirin hala vardı...
kavga ettiler.. barıştılar.. bağırdılar .çağırdılar ..üzüldüler... ağladılar...aspirin yine vardı..
şimdi ayrıldılar.. aspirin inatla hala var....
belki yarın yeni yollarda, yeni gönüllere meylecek bu iki insan, bilemeyiz .... ve bu aspirin hala belli bir süre tanıklık edecek yeni gelişmelere... ....
....
ve birden kutunun üzerindeki fiyatı gördüm... 1,13 TL yazıyordu :/...
113 kuruş yani...
basit bir orantı ile

113 kuruş ... 3 yıla denk ise
x kuruş ..... 1.5 yıla denktir ....
dersek...

x=57 kuruş gibi bir şey yapıyor....yani bu ilişki sürecinde ilacın ömründen yanlızca 57 kuruş çalına bilmişti... ve gösteriyor ki... bazı ilişkiler , basit bir asprin ömrüyle bile kıyas göremiyor...

vel hasıl .... 1 ilişki 57 kuruş olmuş, ben daha ne yazim ...

olmaz olsun böyle matematik !....:/
.
..
sevgiler efendim!

23 Eylül 2009 Çarşamba

Modern dünyaya giriş; telefonda bayramlaşmak


bayram günü heycanla doldu taştı içim... kıpır kıpırdım. ( bu arada bayramın 1. günü evdeki su boruları patladı her yeri kırdık, bu kıpırtı ordan gelii! galiba...)

istanbuldan çıkamamışlığına sığınarak (nasıl bir sığıntıysa bu) turkcellin de nar kampanyasına baş vuraraktan garanti hesabıyla kontor yükledim. bir yandan da turkcell sayfasından nar nedir diye bakıyorum.
şunu yap... bunu yaz... şuraya gönder. yani zaten 250 kontör yükleyince öyle bir yalaka mesajlar atıyor ki turkcell, sanırsın seni evlatlık alacak. yok şöle kampanya, seni böyle seviyoruz, sen bizim herşeyimizsin falan, fişman. neyse dediklerini yaptık... herkes çakal olmuş.

***
ilkin bizim onur'u aradım. bizim, tüm camiyadaki en yavşaklardandır kendisi. eğlendirir adamı, para versen bulamadığın tiplerdendir hani. bi de konuşma jargonumuz acayip bir şeye dönüştü son zamanlarda. kim havasındaysa hatun rolünü o alıyor. -başım ağrıyor bugün olmaz, ben bilmem benim 'beynim' bilir- tadında geçen cümleler var aramızda sen düşün gerisini, hatta düşünme!!...
'naber peteğim' diye açınca telefonu, hatun rolü ona kaldı.
uzadı sohbet, sevindik... umuyorum ki hatun kişiler üzerine bu onur'sal sohbet alıştırmaları iş görecektir bir zaman.

**
sonra mehmeti aradım... naber lan! dememle 'hayırlı bayramlar kardeş' demesi bir oldu. yıkıldım. sanırsın o aramış pezevenk. benim telefonumla artislik yapıyor. (bu arada turkcellin narı geldi aklıma, utandım sildim hafızamdan.)
mehmetin eşide olunca yengeyede selamlar ilettik.
haa!! en illet hislerden biri buymuş. önce hatunsuz biri ile konuşuyorsun sorun yok. karşı tarafın eşi varsa çok problem. insan buruluyor, balım peteğim diye açamıyorsun artık karşı tarafa. oysa öğrencilik yıllarında evine gelmiş, yer yokluğundan aynı yatakta uyuduğun, aynı cd yi izlediğin insan nihayetinde bu adamlar.
cd dediysek,normal film yani...
neyse...

**
sonra birilerini daha aradım... aralarından birine... 'bayramlaşmak için milleti arıyordum senide aradım' diyince. altta kalmadı tabi, araya sıkıştırıldığını hemen anladı.
lan, övünesi mi bilmiyorum ama tüm arkadaşlarının zeki olunca da olmuyor. leb demeden çorum diyor adamlar. turkcellin sponsorluğunda içimi biraz fazla boşaltmış olacam, fazla geyiğe girmedim. zira geri planda nar denen kampanyanın kronometrik kontür hesaplarını yapıyorum, çaktırmadan. ve yine utanarak.

**
sonra bir iki evliyi daha aradım ama anlatmaya deymez. onlar evleneni çok olduğu için tamamen dünyaları değişmiş durumda aynı alfabeyi bile kullanmıyoruz, o derece. ne anlatsak fransız kalıyoruz, bir birimize. (lan bizde şu yeni alfabeye geçemedik ya, ne zaman olacak bu kişisel harf inkilabı bilmiyorum.... du bi onur'u ariyim)

**
sonra herşey su tesisatçısının hilti seslerine karışmaya başladı. kampanyadan kalan kontörleri bakayım dedim.
ama hangi kontörden bahsediyon hacı! meğersem nar kampanyasının ücretlendirmesi benim mevcut tarifemden daha pahalıymış. sonradan öğrendim netten.
kahrolsun kapitalizm diye bağırdım...
fekat! kimse duymadı....

19 Eylül 2009 Cumartesi

DE..LE..TE...ölümün sıcak yüzü gibi...


demin lan... demin... çok değil biraz önce, takıldı gözüme.
del tuşu. öyle havalı, güçlü bişey ki. tek başına diktatörlük ilan ede bilecek kadar gücü var yani klavyede. sen yaz yaz o tek başına silsin, yok etsin. herkesin kellesini alsın. savaş kadar yıkıcı.
valla bak hacı, enterdan falan kat be kat etkili.filmler de bile kötü adamlar, sivilleri rehin alırlar. bu tuşta öyle işte.

görsen, bi de diğerlerine nazaran boyutuda aynı, hatta küçük. çaktırmıyor yani.
ürkütücü lan! bildiğin gibi değil.

18 Eylül 2009 Cuma

Bayram Şekeri


Ülkemde bayram; bir telaş, yeri gelince kaza, bazen akrabalığın gereği, bazen de tatil diye bakılan, işin ve okulun kesintiye uğradığı günlerdir.
Hani, dinin getirdiği bişeydir de biraz çarptırılmıştır.

Yine de güzeldir :)
Mutluluk barındırır.
Herkese iyi bayramlar.

SANAL DOĞUM GÜNÜ


Bugün doğum günüm.

Doğum günümü kutlayan 'sevenlerimi' yazmak istedim sadece.
başlıyorum....

-hepsiburada.com
-netlog
-ülker grubu
-yıldız teknik üniversitesi
-internet kitapçısı
-kızılay
-xing

TESPİTLER...
Gün içinde 'gerçek' bir kişiden doğum günü kutlaması gelir mi bilinmez ama, her yanımın teknolojiye/sanallığa boğulduğumu görmekteyim.
Yanlız değilim belki ama, yanlızlık emaresi şeyler tarafından kuşatıldığımı görmekteyim.
Bir sevdiceğimin olmadığını görmekteyim.
Arkadaş çevremin bir kez daha doğum gününü önemsemediğimizi görmekteyim (ben dahil).
Çok mantıklı olmasa da bu yanlızlığımı kabullendiğimi görmekteyim.
vs...vs...

Allah'tan bunları çok takan biri değilim.
neyse... kem küm işte... görüşürüz sanal şey seni.

Yine de iyi ki doğdum lan!...

16 Eylül 2009 Çarşamba

cesurca yapılan şeyler...



bir eşikteyim. şu her insanın bazen vermeye mecbur olan zor kararlardan hani. gerçi ben öyle görmesemde, bunun bir değişim olacağıda kesin.
kısacası; memleketten çağılıyorum arkadaş! hemde ısrarla.

küçük bir kasabadır, benimkisi. bir yerlere arabayla giderken yolun üzerinde gördüğünüz diğer tüm kasabalar gibi.
adı, çiftehan. niğde ye bağlı bir yer. başkan ısrarla...

'ismail çok işimiz var kaplıcada, burda adam yok yapacak, hem senin yarı memleketin'
diye ısrarla belediyeye sokmaya çalışıyor beni. birazda kendini düşünüyor ya!...neyse

bir sürü dezavantajı yanı sıra, kendine has avantajlarıda var elbet.
olurdu ya , sınava girersin soru kağıdı sana bakar, sen soru kağıdına...
'mallamak' mıydı onun adı! işte ondan.
şu anda olduğumdan daha başka, daha garip ve daha zor bir hayat geçiriyorum.
bir eşikteyim, düşecek gibi...
bir eşikteyim,belki tüm güzelliklere kanat açıp uçacak gibi...
gerçi on yılımı geçirdiğim bu yerden gitmek, herşeyi sihirli deynek misali değiştirecek değil.
çünkü hayat hiç bir zaman öyle olmamıştır.

şimdi sık sık düşünüyorum...

stresten daha uzak, sevdiklerine daha yakın, yıldızları izlediğim, temiz havası ve suyu olan; ama daha monoton, yer yer sıkıcı, boğucu, iş imkanlarının daha sınırlı, iklimsel şartların daha zor, on yıldır bin bir zahmetle edindiğim arkadaşlardan uzak bir yerde çalışmak mı?

yoksa...
piyasada bağırıp çağırarak iş yaptıra bildiğin, sahtekar insanların 'işi biliyor' olarak kabul gördüğü, stres ve trafik yumağı olan; ama her şeye rağmen güzel, 'köşeyi dönmenin' daha kolay olduğu, mesleki görgünün çok daha yüksek olduğu bu yer mi?...

hayat bir garip yahu!... ilk okulda sınav telaşı vardı, şimdi de bu ve benzeri şeyler.
şimdi ise...
herşey daha muğlak...

15 Eylül 2009 Salı

Esarete Açılan Kapı



Dün, Çanakkale'nin Biga ilçesinde eski bir cezaevine, ölçü almaya gittik. cezaevi bir kaç ay sonra yıkılacak. Boş ceza evinde, koğuşlardan avlulara geçerken kapılara takıldı gözüm. Mimarlıkta dış mekana açılan kapıların tamamı, yangın kaçış ilkesi gereği dışarı açılırlar. Diğer bir değişle kapıya yüklendiğiniz an dışarı doğru fırlaya bilirsiniz. Oysa cezaevinde avluya bakan kapıların tamamı dışarı doğru değil, içeri doğru açılıyordu. Burda yangın ilk anda önemli belki ama, başka bir gerçek daha var.

Avluya; yani, kısıtlı özgürlüğe ulaşmak için kapının önünde durup, açtığınızda, önce kapının açılması için bir kaç adım içeriye gerileyerek, ancak dışarı çıkabiliyorsunuz.
Hani sanki dışarı çıkmak, o kadar da kolay olmayacağının bir göstergesi gibi. Kapı bile üstünüze geliyor ve sizi içeri itiyor.

Bunun bilinçli yapılmadığından eminim aslında; ama bana hisettikdikleri, avluya dahi çıkarken sizin içeriye ait olduğunuzu yüzünüze vuran şeylerle doluydu sanki orası.

Onun dışında;
Duvara yapıştırılmış posterler...
'Allah kurtarsın' temennili duvar yazıları...
Her yerde var olan 'ağa' ayrıcalıklı koğuşar...
Ağır demir kapılar...
'İnsan minimum ne kadar alanda yaşaya bilir?' sorusunun cevabı 'hücreler'...
Mutfak,banyo ve tuvaletin ıslak hacim olarak 'birlikteliği'...
Ve dahasıyla sevimsiz olan herşey...

Sonra, sanki cezamınızı çekmişcesine;
çıktık, hatta kaçtık...

11 Eylül 2009 Cuma

İLK İZLEYİCİM

Deminden beridir aylar önce kapattığım blog sayfamla uğraşıyom. gerçi dün açtım, ama asıl düzenlemeleri şimdi yapıyorum diye biliriz.
İlk izleyiciminde kendim olması için 20 dakkadır uğraşıyorum. ya resim çıkmıyor, ya isim yanlış yazıyor derken oldu. şimdi bir izleyicim var.
çok şükür.

Aylar sonra böyle saçma bir giriş yapmış olmamı da kendi sığlığıma veriyorum...
Allah'tan kimseler yok yani okuyan...
rezillik... rezillik...

10 Eylül 2009 Perşembe

DOĞUM SANCISI



Güneş, her gün ardın sıra doğduğundan ve bu sürecin tekrar etme uzunluğu ile alakalı olarak bu 'doğum olayını' pek önemsemeyiz ....
bir diğer değişle ...bunun adı .....'''kanıksamak'''tır.

Belkide gök... hergün güneşi öylece doğurmuyordur...
ufkun ötesinde göğü kızıla boyuyan şey rahim ağızının yırtılmasından mütevellit gerçek bir doğum sancısı ve hatta kanamasıdır....
ve belkide sabahın köründe yüzünde ciddi bir lacivert ile yarı şehvetli olarak bir ertesi güne hamile kalıyordur gök...
kim bilir?
.
.
.
.
haa belkide güneş, bir dev yumurtadır da ...her gün içine bir yıldızcık (sperm) kayıyordur....
bak bu da olabilir.....:)