17 Ekim 2009 Cumartesi

bir vapurun homurtusunda...

dünya bir acayip... tam on yıl oldu bu ay, tam on yıl istanbula yerleşeli. şimdi ise herşeyi topladık taşınıyoruz. ekim sonu itibariyle gitmeyi (en geç kasım başı olur galiba) planlıyorum . öyle topladık ki eşyaları, sanki buraya gelip kaldığım hiç belli olmasın, der gibi... garip.
oysa 'daha dün gibi' formatında yaşanan herşey....ve sahiden de dün gibi. insan yaşlanmadan -ya da büyümeden mi demeli bilemiyorum- anlamıyor hiç bir şeyi. gidiyorum demek bişey değil hani, ama gitmek öyle mi?!
sabahleyin vapurla, kadıköyden eminönüne geçtim; bıraksan ağlayacak bir hava vardı üzerimde. düşündüm! gidiyorum ya, 'kimse seni benim kadar sevemez istanbul' dedim kendi kendime...
oysa ne çok seveni var. kaldı ki , benim sevgim sevgi mi? kimilerinkinin yanında.

elimde valizle binmiştim vapura, evi gönderdik gitti memlekete. kısmen evsiz sayılırım. abimde, kardeşimde kalıyorum. ama acındırmaya gerek yok, çünkü aile ile kalmak evsiz kalmak değildir. yinede evsiz gibi hissediyorum o evlerde kendimi. bilgisayarım yok, masam yok, kitaplarım yok en acısı odam yok. düşündüm de ne zaman alıştım diye 'odamın olması' kavramına. ilk kez üniversite de olduğunu anladım. yani istanbul'a geldiğimden beri odam vardı benim. memlekette hiç olmamıştı. çocukluk olsa gerek önemsememişimde. ama okurken değişti herşey ve işte şimdi hiç bir şeyim yok gibi hissediyorum.

Ferdilerde kalacam biraz, okuldan arkadaş kendisi ve ailem kadar yakın elbette.

Yılmaz Erdoğan geliyor aklıma 'sen gidiyorsun ya, herkes sana benzeyecek' diyordu. bu şey bir insan için söylenesi; ama yinede bir şehre de yakışıyor, sanki.

İstanbul, senden gidiyorum ya, dönerim her halde birgün!...

Hiç yorum yok: